Bartu Soral, Cumhuriyet, tahtakuruları ve eski Türkiye

1949 yılında ölen Sigrid Undset, kırk altısında Nobel alsa da az bilinir. Üne, bazen Nobel de yetmez, Orhan Pamuk ne etsin! Gelgelelim kimin ne kadar, nice okunacağı bahsine sadece zaman ve yetenek karar verir. Undset bugün de okur bulabilen, çok değil uzun satan, “iyi” bir yazar. Bugün bile, diyorum; zira unutuluş çabuktur.
Hanımefendinin Tahsin Yücel ustamızın çevirdiği, 1954’te Varlık Yayınları tarafından okura ulaşan Yarına Dönüş diye bir kitabı vardır. Yazar, ülkesi Norveç’i Almanlar işgal ettikten sonra yaşadıklarını anlatıyor; bu Nazi karşıtı hanım Norveç’i terk edip sırasıyla İsveç, Sovyet Rusya ve Japonya üzerinden Amerika’ya geçmiş. Nazilerden kaçıp “özgürlükler şeysi Amerika’ya” geçmemek olmaz zaten ey okur, bilirsin.
Varlık bürosundalar. Yayıncı Yaşar Nabi Bey, Yarına Dönüş çevirisini inceliyor, kitap baskıya gidecek. Yücel’e bakıp, hay Allah, diyor hayıflanarak: “Bu kadın Rusya’dan da söz ediyor, keşke bu bölümü çıkartsanız.” Ne yapsın, öyle dönem ki dönem; Varlık’ta yayınlanan bir şiirde, “erikler gene çiçek açacak” gibi dizeler geçtiğinden sıkıyönetim komutanınca makama çağırtılıp azarlanmış bir yayıncı Nabi. “İyi de bu dizede tehlikeli olan nedir” diye sormuş kışlada. Komutan da “biz o çiçeklerin hangi çiçekler olduğunu iyi biliriz” diye yanıtlamış. Ne yapsın!
Gelgelelim kitap kesintisiz yayınlanmış. Bu sefer de kimi solcumuz Sovyet Rusya’dan bahsediliş şeklini beğenmemiş, celallenmişler Yücel’e. Konu da şu: Undset, tahtakurusu denen böcüyle ilk kez SSCB’de tanıştığını belirtiyor. Kızmış entelektüelimiz.
Tahtakurusu bölümünü kesmedi diye Tahsin Yücel ustamıza ne yapıldıysa Osman Kavala hakkında herkesin az çok sezip de söylemeye çekindiğini dile getirdiği için bir fazlası Bartu Soral’a yapıldı. Fakat adam sen de! Aynı Cumhuriyet değil mi, 30 Haziran 1951’de, bugün cümle solun en çok nemalandığı Nâzım Hikmet’in, tükürülsün diye fotoğrafını yayınlayan! Gelgelelim tahtakuruları da Bartular da bitmiyor ve bitmeyecek. Hakikat, herkes için kolay taşınır yük değildir.
Nobelli Pamuk’un “elli yetmiş yaş arası vasat kel ve erkek yazarları” okumam diyerek andığı Tahsin Yücel’in, öğrencilik yıllarından bir anıya da ilişmek isterim. (Neyse ki bugün Pamuk’a bayılanların Yücel’den hiçbir şey anlamadıklarını gururla görüyoruz.) Galatasaray Lisesi’ndeyiz. Öğretmen Esat Mahmut Karakurt. Sınıfa müfettiş gelir. Müfettiş dediğim de Reşat Nuri Güntekin. Ders boyu gülerek, dostça sınıfı izleyip öğrencilerle söyleştikten sonra kibarca vedalaşır. Esat Mahmut, çocuklara dönüp “bakın arkadaşlar, gerçek bir romancıyla tanıştınız az önce” der. O vakit çocuklar, on altı roman yazmış öğretmenlerine sorar: “Ya siz, siz de romancı değil misiniz?”
Karakurt “ben Reşat Nuri Bey gibi bir romancı değilim, sadece ülkemizde okur yazarlığın gelişmesine katkıda bulunmak için yazdım” diye cevaplar; yazın dünyasına katkısının sadece üç nokta olduğunu anlatır. Karakurt’un, romanlarında çok sık kullandığı üç nokta, bugün de gerekli gereksiz, kullanılmaktadır bolca.
Bir müfettiş hikâyesi daha geliyor! Yine Galatasaray. Velilerden biri, edebiyat öğretmeni Tahir Alangu’yu, müfredatı uygulamadığı için bakanlığa şikâyet eder. Ankara’dan müfettiş gelir. Tabii her müfettiş Reşat Nuri değil. Fakat Alangu, beyefendiyi sokmaz sınıfa: “Arkadaşlarımla edebiyat görüşüyoruz, edebiyatın teftişi olmaz, çok ayıptır” diyerek geri gönderir. Müfettiş hayatında hiç böyle adam görmemiştir.
Karakurt’un sınıfındaki öğrenci Tahsin Yücel ise bu sınıfta da Alangu’nun parmakla gösterip “sizler yazar olacaksınız, bu işin peşini bırakmayın, çok okuyun, günlük tutun mollalar” diye işaret ettiği Nedim Gürsel, Ferhan Şensoy ve Engin Ardıç vardır.
Baylar bayanlar, bunlar eski Türkiye! Eski Türkiye’de hayat böyleymiş! Öğretmen, müfettişe “arkadaşlarla edebiyat görüşüyoruz, bunun teftişi olmaz” der; Elbistanlı kunduracı çocuğu Tahsin Yücel, Galatasaray’dan sonra Paris’te göstergebilim eğitimi görebilirmiş.
Engin Ardıç’a takıldın farkındayım. Bugünkü “köşe yazarı” Ardıç’ı değil, bir ara sahaftan bulursan eski “yazar” Ardıç’ı okuyuver arada. Biliyorsun her köşe yazarı, yazar değildir çünkü. Yazan vardır, bir de “yazar” vardır. Aralarında sadece bir harf de olsa hayat kadar koca bir fark bulunur. Ardıç’ın, mesela Kadın Suretleri’ni bul da oku hele. Bunlar eski Türkiye’deydi. Bir devirmiş o, yeni dedikleri günümüz Türkiye’sinde, Ardıç da Daktilo Konçertoları’nı yazamaz bir daha.
Hayat her zaman, her yerden, hep kendini açmaz adama...
Not: Bugün, saat 16’da, Kadıköy - Erkan Yücel Kültür Merkezi’ndeyim. Bekliyorum. Gelin, tanışalım.