Barzani’nin önünü açan süreç (2)
21. Yüzyıl Enstitüsü için 5 Aralık 2014 tarihinde, “Büyük Kürdistan, Erişilebilir Bir Hedef mi, Yoksa Ütopya mı?” başlıklı yazımdan aktardığım bilgilerin ikinci bölümünü sunuyorum:
SÜNNİ MEZHEPÇİLİK!
Batı ve İsrail’in büyük Kürdistan yolunda kullandığı en büyük araçlardan birisi de Sünni mezhepçiliği öne çıkararak bölge ülkelerini ustaca istismar etmeleri oldu. Irak’ta ABD’nin yarattığı sözde demokrasi düzeni en çok nüfusa sahip Şiileri iktidara taşımıştı. Irak kendi haline bırakıldığı takdirde, Şiilerin devlet aygıtını da kullanarak giderek güçlenmeleri en yüksek olasılıktı. Böyle bir durumda Şiiler, öncelikle açıkça ayrılıkçı bir yola giren Kürtleri hizaya getirmeye çalışacak ve belki de bu maksatla Sünnilerle birlikte hareket edeceklerdi.
Nehrin bu istikamete akmasını engellemek isteyen emperyalizm, IŞİD’i palazlandırarak Şiilerin üstüne saldı. Irak Merkezi Hükümeti’nin IŞİD tehdidini ortadan kaldıramaması, Batı’nın istemediği Başbakan Nuri Maliki’nin istifasına yol açtı ve yerine yine bir Şii olan, ancak Batı’nın taleplerine sıcak bakan Haydar El Abadi geçti. Batı’nın hedefi Kürtler için planlanan toprakları garantiye almak, daha sonra Sünniler için mümkün olan en yüksek orandaki alanda ayrı bir devletin oluşacağı koşulları yaratmaktı. Böylece, asıl tehdit gördükleri Şiilerin Irak’ın bütününde söz sahibi olmalarını engellemiş olacaklardı. Batı, Suudi Arabistan, Türkiye, Mısır ve Katar’ı Sünni ekseninde birleştirerek bölgeye yönelik kirli ve sinsi plânlarında kullanmak istedi. Ancak Mısır, Mursi’nin devrilmesinden sonra bu oyunu sezerek daha dengeli bir politika izlemeye başladı. Suudi Arabistan ve Katar bile ulusal çıkarları doğrultusunda gerektiğinde bölgeye yönelik politikalarını revize etti.
HATA ÜSTÜNE HATA
Bu konuda Türkiye zaten stratejik bir hata yapmıştı. Bütün politikasını Barzani’yi desteklemek ve Suriye Devlet Başkanı Beşar Esat’ı devirmek üzerine kurmuştu. Irak Merkezi Yönetimi ve Beşar Esat, muhtemelen Şii/Nusayri yönleri ile hedef alınmıştı. İzlenen politika katı bir Sünni mezhepçilik esasına dayandırılmış, Türkiye’nin hayati stratejik çıkarları göz ardı edilmişti. Bu politikada bölgedeki jeopolitik gerçeklerin kırıntıları bile yoktu. Türkiye tarihi boyunca hiç bu kadar dış politika fukarası olmamıştı!
Emperyalizm, Türkiye’nin bu stratejik sığlığını istismar etmek için derhal harekete geçti. Batı, bölgede bağımsız bir Kürt devleti kurmak istiyordu. Türkiye’nin bölge politikaları ise emperyalizmin değirmenine su taşıyordu. Ankara, bir şeyler döndüğünü anlasa da yapmış olduğu stratejik hataları taktik manevralarla kapatamazdı. ABD, AKP gönülsüz olsa da bilinen zorlama mekanizmaları ile peşmergeyi Türk topraklarından geçirerek IŞİD’in üstüne sürdü. Bu ise Türkiye’de devlet çapında stratejik denge (check and balance) mekanizmalarının felç olduğunu gösteriyordu.
BARZANİ İLE PKK/PYD’İN NİHAİ HEDEFİ AYNIDIR
Türkiye, ne getirip ne götüreceğini kavrayamadan bu yöndeki (Suriye) katı politikasını inatla sürdürüyordu. Ayrıca, bir taraftan PKK ve PYD’ye karşı çıkarken, diğer taraftan Barzani’ye tam destek veriyordu. Bu üç kesimin Kobani’de omuz omuza çarpıştığını göremiyor, böyle bir politikanın hayattan ve gerçeklerden kopmak olduğunu bir türlü anlayamıyordu.
Türkiye, ABD ve İsrail’in açık birer deklarasyon ile ilan ettikleri sinsi plânı bozacak manevraları kolaylıkla yapabilirdi. Ortaya çıkan yeni gelişmelerin ülkenin güvenliği için büyük bir tehdit olduğu tespit edilerek Suriye yönetimi ile buzlar eritilip, ortak stratejiler geliştirilebilirdi. Böylece ÖSO/IŞİD/El Nusra kısa zamanda etkisini kaybeder ve Kürtlerin Akdeniz’e ulaşmasını engelleyecek bir tıkaç oluşturulurdu. Barzani yerine Irak Merkezi Yönetimi desteklenir, bu suretle hem Kürtlerin hem de IŞİD’in manevra alanı daraltılabilirdi. Bu esnek politika, Batı, ABD ve İsrail ile hiçbir şekilde mevcut ilişkileri bozmadan ve uluslararası hukuk sınırları içinde kalınarak gerçekleştirilebilirdi. (Devam edeceğiz...)