Başbakan’la dil sohbeti-(TAMAMI)

Başbakan RTE, bir dil uzmanıymış da bizim haberimiz yokmuş: Anayasa Dili Sempozyumu’nda konuşan RTE, geçmişte Türk dili konusunda yapılan çalışmaları “Adeta bizim şah damarımızı kestiler” sözleriyle eleştirmiş (Milliyet, 25.05.12).

“Tabii olmayan ideolojik girişimler ne yazık ki Türkçe’yi ciddi manada kısırlaştırdı. Türkçe’nin sağladığı o engin muhayyileyi ciddi manada köreltti” bile demiş. Ve eklemiş: “En önemlisi de Türkçe üzerinde yapılan operasyonlar tarihimizle bugün arasındaki en önemli irtibatı, en önemli köprüyü yani kuşaklar arasındaki dil birliğini ortadan kaldırdı.”

Bu yazıda “O engin muhayyile”yi biraz kurcalayacağız.

Başbakan, kuru deriden bal çıkartmaya çalışıyor. Doğal olarak karşı olduğu dil devrimi amacına ulaşmış ve Türkçeyi bir çağdaş dil düzeyine çıkartmıştır. Başbakan Cumhuriyet öncesi dönemin dilini, Osmanlıcasını savunuyor. Başbakan’ın dil bilgisi, ahır yapılan camiler konusundaki bilgisi kadar doğru. Belki tutar, belki yutarlar diye uluorta atıyor.

Hava atan ceberrut insanlardan hiç hoşlanmam. Hele edebiyat, sanat ve felsefe alanlarında konuşmaya başladıkları zaman. Başbakan, zihinsel dünyasıyla, beğenileriyle, ruhsal yapısıyla tam anlamıyla imam-hatip tornasından geçmiş bir insan. Laik okulun evrensel örgürlük havasını solumamış. Bilmediği konularda rahat rahat konuşabileceğini sanıyor. Bu alanda karşısındakiler ne siyasetçi, ne gazeteci, ne de devlet memuru. Dil ve edebiyat alanı tekin bir alan değildir, orada tafra sökmez.

Başbakan’ın sözünü ettiği dil halkın dili değildir. Anadolu halkı, RTE’nin savunduğu sentetik Osmanlı dilini hiçbir zaman sevmemiş, “Bab-ı âli yüksek kapısından tek bir atlı yek süvari mürur edip geçerken” diyerek dalgasını geçmiştir.

XIX. yüzyıl şairlerinden Türk Galib’in bir şiirini okuyup kullandığı Türkçeyi görelim:

“Yaz geldi şükür bak yine çillendi höyükler / Fik fik ötüşürler uçuşurlar ibübükler // At eşeğe eşşek ata garman garuş oldu / Gök kubbeyi gümletdireyor dağda kölükler // Sesle bi çügez can gulaguyla ne guyakdur / Can koymadı gövdemde davullarla düdükler // Gar gurduna benzer soğuğu eslemez emme / Gışda otururlar çatur altında Yörükler // Eyan çağurunca hele bir varma da gör bak / Halta dakarak boynuga it denlü sürükler // Varsın yimesün Niğdelü Galib gara manca / Ağzın dadunu hiç ne bilür öyle hödükler.”

Başbakan, dili (lisanı), içinde sözcüklerin bulunduğu bir harar sanıyor. Elini sok birini al ve at, yerine yenisini koy. Dil bir yapıdır: Cümle yapısıdır, söz dizimidir, bir zihinsel yapıdır. Başbakan’ın özlemini çektiği yapay dil, Türkçenin söz dizimi, cümle yapısı yerine Arap ve Fars dilini almıştı. Osmanlı, yapay bir dil yaratarak Türk’e ihanet etmişti.

Başbakan, Anayasa Dili Sempozyumu’nda yaptığı konuşmayla, Cumhuriyet ve devrimlerinin yeminli karşıtı, tipik bir karşı devrimci olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır.

Osmanlıca ile yazılmış bir tek uluslararası edebiyat yapıtı örneği veremez. Bakî, Nedim, Şeyh Galip gibi divan şairlerinin, uluslararası edebiyat dünyasında, Acem şairlerinin (Firdevsî, Sâ’di, Hafız, Ömer Hayyam, Rumî), Arap şairlerinin (Yedi Askı şairleri, Ebu Nuwas, al-Maarrî, Hallac-ı Mansur, Ibn-î Arabî) yanında adları bile geçmez. Başbakanın aklına göre, Arap ve Acem şairlerin taklitçisi şairlerin yapay dilini bırakıp Yunus Emre’nin diliyle buluşmamız Türk’ün şahdamarını kesmek oluyor.

Türk halkının dili, Halk şairlerinin dilidir. Yunus Emre’nin dilidir. Dilde devrim sayesinde Cumhuriyet, ilk evrensel büyük şairini, Nâzım Hikmet’i yaratmıştır. Osmanlı döneminde de cumhuriyet döneminde de Başbakan’ın savunduğu dilin evrensel değerde tek bir şairi ve yazarı yoktur. Necip Fazıl, Nâzım Hikmet’in yanına bile yaklaşamaz. Sezai Karakoç’un adı ve şiiri İkinci Yeni sayesinde vardır. İsmet Özel soldan ayrıldıktan sonra şiirine bir dirhem eklememiştir.

Başbakan’ın bu gerçekleri imam-hatip okulunda öğrenmesi, kuşkusuz, mümkün değildi.

Başbakan konuşuyor: “Anayasanın dili mana noktasında açık ve sarih olmadığı için Türkiye çok büyük sıkıntılar yaşadı ve yaşıyor.”

“Noktasında” kullanımıyla “nokta” sözcüğünü siyaset dilinin doruklarına çıkartan başbakana günde beş vakit teşekkür etmeliyiz.

Öykünmeli bir örnek: “Komşularla sıfır problem noktasında vardığımız nokta, bu noktanın korunması noktasında daha dikkatli olmamız gerektiği noktasını gündeme getirmektedir.”

Nokta!