Başçalan’ın sendikaları

Başçalan sözcüğünü CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Başbakan Erdoğan için kullanıyor. Ona Başbakan değil Başçalan diye sesleniyor. Nedeni çok açık. TBMM’nin kurulduğu 1920 yılından bu yana geçen 93 yıllık süre içinde işbaşına gelen hükümetlerden hiçbiri yolsuzlukla böylesine anılmamıştı. Başbakan, bakanları, Başbakan’ın çocukları ve AKP’den aldıkları ihaleleri, “Milletin a...na koduk” diye zafer naraları ile kutlayan akbabalar bu ülkenin kaynaklarını fütursuzca, yüzleri kızarmadan yok ederken, siyasetin gücünü kişisel zenginlikleri için kullananlar suçlamalara yanıt bile veremiyor. Bu ülke birçok yolsuzluğu yaşadı ama böylesine kollektif soygun ile ilk kez karşılaşıyordu. Benim yazının başlığına koyduğum Başçalan sözcüğünü parasal anlamda kullanmıyorum. Bu sözcüğü sendikaları esir alan, onların özgürlüklerini yok eden Başbakan’ı anlatmak için kullanıyorum.

Başbakan sendikaların özgürlüğünü çalmıştır

Bugün ülkemizde işçi ve memur sendikaları özgür değildir. İşçi Sendikaları Yasası ve Kamu Görevlileri Sendikaları Yasası uluslararası normlara uymayan siyasetin ve AKP’nin kuklası sendikalar yaratma çabasında başarılı olmuştur. Bugün ülkemizdeki işçi ve memur sendikaları özgür değil esir sendikalardır. Örgütlü işçi ve memur kesiminin konfederasyonları, çoğunlukla, AKP’nin önünde el pençe divan durmaktadır. Bu duruma isyan etmeleri, demokratik hakları olan gösteri yapma hakkını kullanarak sokaklara çıkmaları, isyanlarını halkla paylaşmaları gerekirken duy yemiş bülbül gibi susuyor ve sendikaların güzelliğini son derece çirkinleştiriyorlar. Siyasal gücün önünde eğilen, çıkardığı yasalarla çalışanlara zulüm eden iktidara biat eden işçi ve memur sendikaları ve onların üst örgütleri hem çalışanların hem de demokrasinin cellatlığını yapmaktadırlar.

Sendikalar demokrasi için önemlidir

Bir ülkede sağlıklı bir demokratik yapının oluşması için özgür sendikalar son derece önemli ve gereklidir. Sendikalar özgür değildir çünkü memurların gerçek anlamda toplusözleşme yapma hakkı yoktur ve zaten grev hakları inkâr edilmektedir. İşçi sendikaların örgütlü güç olması çifte baraj, Bakanlığın yetkili sendikayı belirlemesi, grev yasakları, sendika kapatmanın kolay olması gibi bir çok nedenle sendikaların güçlü ve özgür olması engellenmiştir. Sendikalarının özgürlüklerinin çalınmasının temel bir nedeni vardır: demokrasiden sapanların, demokrasiyi rayından çıkaranların karşına çıkabilecek tek ve güçlü kesim çalışanlardan oluşan emek cephesidir. Bu cephe yok edilir ya da etkisizleştirilirse siyasiler ülkeyi diledikleri gibi yöneteceklerdir. Aynen bugün olduğu gibi. Çalışanların haklarının budandığı, demokrasinin yolsuzluklara bulandığı, özel hayatın gizliliğinin kalmadığı, sade vatandaşlar için geleceğe güvenin yok edildiği bir Türkiye’nin başlıca sorumlusu biat sendikacılığını kabullenmiş işçi ve memur sendika ve konfederasyonlarıdır.

Ortak siyasal akıl

Oysa işçi ve memurlar siyasal iktidarın belirleyici gücü olabilirler çünkü sayıları bunu sağlayacak güçtedir. 18 milyon çalışan işçi, 15 milyon Sosyal Güvenlik Kurumu kapsamında pasif işçi ve yakını, 3 milyona yakın memur ortak bir siyasal akıl oluşturabilseler bu ülkenin siyasal gücü olabilirler. Kimin iktidar olacağına, nasıl bir demokratik yapı oluşturulacağına onlar karar verebilirler.

Bunu sağlamak için yıllardır siyasi partiler tarafından, sendika yöneticileri tarafından, yazılı ve görsel basın tarafından karanlıkta bırakılmış çalışanların aydınlatılması gerekecektir. Bunu kim yapacaktır? Belki de birden fazla kurumun taşın altına elini koyması gerekecektir ama birileri bu uyuyan devi demokrasi adına mutlaka uyandırmalıdır.

Özellikle sendikacı dostları uyarmak istiyoruz: Bu gidiş iyi gidiş değildir. Eğer AKP iktidarı 30 Mart Yerel Seçimleri’nde gene yüzde 50’ye yakın oy alırsa bu oyların büyük kısmını temsil ettiğini sandığınız işçiler ve memurlar vermiş olacaktır. AKP’nin eli, bunca yolsuzluktan sonra, daha da güçlenirse seçim sonrasında varsılların yoksulları daha çok ezeceği bir düzeni siz kendi ellerinizle kurmuş olacaksınız.

1962 yılında yayınladığım ilk kitabımın adı İşçiler Uyanıyor idi. 30 Mart akşamı işçilerin, bunca yıl sonra hâlâ uyanmadığını görmek beni çok üzecektir biliyorum.