Basında tek seslilik -(TAMAMI)

Ülkemizde parlamentoyu “dikensiz gül bahçesi” yapmak isteyenler oldu. Muhalefetteyken muhalif basın organlarında başyazılar yazan parti kurucularına (DP-Celal Bayar), Menderes ve Köprülü’nün yazdıkları başyazılara sık rastladık.

1957’den 1960’a kadar uzanan süre içinde “tahkikat komisyonları kurarak basının ve muhalefetin sesini kısmak isteyenlerin bize reva gördükleri marifetlerinin sonuçlarına tanık olduk”.

DP, 1957 seçimlerinden sonra CHP muhalefetinin lideri İnönü’yü suçladı, hatta derisine saman doldurmaktan söz eden, iktidara gelmeden önce basına övgüler düzen ve basını dördüncü kuvvet olarak ilan eden milletvekillerinin iktidara gelince “Şu hınzır basın” diyerek basını ikiye ayırdıklarına, kendilerine göre basın yaratmak istediklerine tanık olduk.

Şimdi ise devletle işi olan holding patronları, çıkarları uğruna bu dünyanın en değerli mesleği olan gazeteciliği siyasetin önünde diz çöktürdüler ve en değerli gazetecileri -son olarak Uğur Dündar, Haluk Şahin- meslek dışına ittiler. Gazetecinin tek dayanağı olan düşünce ve yazma özgürlüğü, siyasetin ipoteği altında. Şimdi en son olarak hedefte Aydınlık var. Bakalım Sözcü, Cumhuriyet ve Yeniçağ’a sıra ne zaman gelecek?

Aydınlık’a karartma!

Aydınlık yakın zamana kadar haftalık bir dergiydi. Hiç kimsenin yazmaya cesaret edemediği gerçekleri yazabilen tek dergi. Genel yayın müdürü 2 yıldır Silivri’de tutuklu. Başyazarı Doğu Perinçek’in tutukluluk süresi 4. yılında ve daha nice gazeteciler... Sayıları 100’e yaklaşan düşünen insan... Bunun adı Ortaçağ’dan kalma “Düşünen kim varsa başını alın” anlayışıdır. 2 gün önce gazetenin Ulusal Gönüllüleri adına yasa gereği sahibi görünen Mehmet Sabuncu’ya yapılan baskın, aranan evler ve suç isnadı için geçerli olabilecek kanıt arama... Halkın desteğiyle çıkan, çoğu yazarın sesini özgürce duyurabildiği Aydınlık’ı vurmak, “dikensiz gül bahçesi” yaratmak düşüncesinden öte, tek sesli bir basın dünyası oluşturma gayretidir. Gazi Mustafa Kemal’in basına karşı tutumunu, Karacanlar’ın kitabını yazarken Ali Naci Karacan’ın ifadesiyle anlatmıştım:

“Atatürk her İstanbul’a geldiğinde gazetelerin yazarlarını ve sahiplerini çağırır, Dolmabahçe’de onları ağırlar ve onlarla eşit koşullar altında ülke meselelerini tartışır, düşündüklerini anlatırmış.”

Düşünün, o kitabı yazmamı benden A. Naci Karacan’ın torunu Ali Karacan rica etmişti. Şimdi Ali Karacan Milliyet’in yüzde 50 ortağıdır ve o kitap Milliyet’te özetle yayımlanacaktı, yayımlanamadı. Milliyet de yazarlarıyla birlikte havlu attı (Hasan Pulur ve Melih Aşık dışında).

Peki, gerçekleri bu halka kim duyuracak?

Aydın Doğan televizyonlarını sattı. Onun hesabı artık belli. Gerçekleri şimdi kim halkın önüne serebilecek? İşin garibi; gerçek ile gerçek olmayan arasındaki çizgi öylesine kalktı ki artık Aydınlık Gazetesi’nden başka halkın okuyacağı gazete kalmadı. Sayın Başbakan’ın yakından tanıdığı eski Ankara Büyükelçisi Mark Grosman açıklıyor ki: “Türkiye’de basın üzerinde büyük bir baskı vardır. Başbakan’ın hastalığını bile basın yazmaya korkuyor.” Oysa hasta yatağındaki Başbakan’ın dışında, onun yeri pazara çıkarılıyor. Hem de kimler tarafından? En yakın çalışma arkadaşları tarafından.

Siyasetin ahlakı, saygısı ve utanma duygusu işte bu. Ne demişti İsmet İnönü:

“Basın hürriyetinden doğan sakıncaların ortadan kaldırılması, yine basın hürriyetiyle mümkündür.”