Başkanlık!

Üzüntüyle söylüyorum ülke adeta toz duman içinde herkes gelecek günler için endişeli. Ülkemiz, Ortadoğu gibi bir foseptiğin içine düşmüş çırpınıyor. İpleri de başkasının elinde.

TBMM içinde milliyetçilik kavgaları, bölgecilik kavgaları alabildiğine devam. Mücadele, fikirle değil kaba kuvvetle yapılıyor. Vurucu kırıcı silah var! Sabahlara kadar tartışmalar sürüyor hem de mahalle küfürleri ile. Ertesi gün gazetelere bakıyoruz. Onlarda da doğru haber yok. Cesetler, cenazeler, insanlık dışı korkunç fotoğraflar.

Milletvekilleri sadece kendilerini düşünüyor. ‘Kasap et derdinde, koyun can derdinde’ misali. Dolar almış başını gidiyor. Önce inşaat sektörü için kredi faizleri düşürüldü. Bu, ne inşaat sektörüne yaradı ne bankalara. Halk galeyan içinde. Herkes ayakta. İşçiler, memurlar, profesörler herkes ayakta. Semt pazarlarında temel gıda maddeleri el yakıyor. Vekillerin keyfi tıkırında ama asgari ücretle ne yapılacağının farkında değiller. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi bir de başkanlık sistemi tartışmaları işin tuzu biberi. Cumhurbaşkanımız önceleri “cebime koy” havasındaydı. Şimdi ise başkanlık sistemini istediğini açık açık beyan ediyor. Şükür ki daha yukarısını istemiyor. Elinde olsa onu da isteyecek.

Anlamadığım bir şey var. Sözüm ona demokratik bir ülkeyiz 1950’den beri demokrasi ve demokratik olmak kavramları dillerden düşmüyor. Seçim sistemi var! Seçmen var, sandık var, aleni tasnif var ama ne var ki sandıktan bir türlü demokrasi çıkmıyor. Bir şeyler çıkıyor ama daha doğrusu demokrasi hariç her şey çıkıyor. Bu arada muhalefet partileri ne yapıyor? Kendi kendilerini yemekten başka bir şey yaptıkları yok. Kayıkçı kavgası yapıyorlar. Bence Millet Meclisini bırakıp ayrılsalar daha demokratik bir davranış yapmış olurlar. Ama yapamazlar. Evlat-ı ayar meselesi. Hem ayva hem para olmuyor işte..

Peki neden tek adamlı yönetim istiyoruz? Herhalde Amerika Birleşik Devletleri’ne özeniyoruz. Ama o olmasa bile biz ülke insanları olarak tek adamlığı seviyoruz. Tek adamın koltuğu altına girip yaşamaya bayılıyoruz. Nereye baksak, hangi müesseseye baksak bu yönetim biçiminin açıkça olmasa bile gizliden gizliye uygulandığını görüyoruz. İncelenmesi gereken bir toplumsal davranış biçimi. Kalıtsal olmadığı kesin. Bu konuda yorum yapmak benim işim değil. Benden öteye uzmanların işi.

Spor kuruluşlarına bakalım. Onlar da bir anlamda Türkiye’nin aynası. Küçük modelini görürsünüz. Onlarda da sandıktan pek demokrasi çıkmaz. Bilek gücü çıkar, para gücü çıkar. Kulüpler de alışmıştır tek adamlığa. Fenerbahçe Kulübü’nün içinden geldiğim için ondan örnek verebilirim. Ali Şen ve Aziz Yıldırım. Başkanlık görevlerine ikisi de demokratik yoldan gelmiştir ama görevlerini tek adam olarak sürdürmüşlerdir. Vize almadan etraflarından sinek bile geçemez. Ama halk hoşlanmıştır. Ali Şen ismi hala dilden dile dolaşır. Aziz Yıldırım ise en son fenomendir. Onun görevi, Kurtdereli hikayesine döndü. Fenerbahçe’nin değil nerdeyse Türkiye siyasetini yönetebilecek duruma gelmiştir. Arkasından kitleler koşuyor. Kimse onların tek adamlığına karşı gelmiyor. Aziz Yıldırım, Akhisar Belediye Spor maçının hakemi Özgür Yankaya’nın kararını çok sert bir dille eleştirdi. Yankaya’nın bir daha Fenerbahçe maçına gelemeyeceğini söyledi. Herkesi ayağa kaldırdı. Ayrıca aldığı cezanın kendisine tebliğ edilmesinden sonra da “gerekirse sandalyeyi alıp sahasının ortasına otururum” gibi” bir tehdit savurdu. Bir kulüp başkanı böyle hareket ederse Cumhurbaşkanımız nasıl tek adamlığa soyunmasın ki. Tüm olanaklar elinde. Neyin mücadelesi veriliyor ki? Bizim böyle başa böyle tıraştan başka söyleyecek sözümüz yok.

Dünyada örnekleri olmasına rağmen tek adamlı yönetimleri ya da başkanlık sistemini çok sakıncalı bulurum. Şimdi bana siyaset yapıyorsun diyenler olabilir. Evet biz de biraz siyaset yapalım, nasıl ki siyasetçilerimiz spor yorumları yapıyorsa biz de zaman zaman siyaset yapabilmeliyiz. Yadırganmasın.

DERBİNİN ANATOMİSİ

Günlerdir spor kamuoyunda konu olan Fenerbahçe, Galatasaray’ı 1-0 yendi. Bu büyük derbi maçında güzel bir futbol sergilendiğini söyleyemem. Ancak herkes görevini yaptı. Bu tür maçlarda zaten iyi futbol beklemek doğru değil. Olmaz da. Ama heyecan adeta dorukta idi. Her iki takımın futbolcuları ve teknik direktörleri bu maçın önemini çok iyi anlamışlar. Tüm futbolcular görevlerini yaptı. Hepsinin alınlarından ter aktı. Kapasitelerini tam olarak kullandılar. Bırakın eleştirmeyi, hakemler, teknik direktörler dahil olmak üzere tüm derbi sorumlularını tebrik etmek gerekir. Şu iyi oynadı bu iyi oynadı gibi eleştiri yapmaya kalkmayalım. Ancak şunu ifade etmem gerekir ki iki takımın da kalecilerinin performansı çok yüksekti.

Fenerbahçe nasıl kazandı? Çoğu zaman da kazanıyor. Galatasaray’a karşı kazanmak geleneksel hale geldi. Sanki görünmeyen bir kuvvet son yıllarda Fenerbahçe’ye büyük güç veriyor. Onun arkasında oluyor. Bu nedenle de galip geliyorlar. Aslında inanılacak bir şey değil bu ama gerçek. Ama şampiyonluğu konuşmak için henüz erken. Daha oynanacak maçlar var. Ne olacağını henüz kestiremeyiz. Futbolun tanrısı kimin şampiyon olmasını ister bilmiyorum. Bu ezeli rekabette hem kendi takımım Fenerbahçe’ye hem de zamanında çok mücadele verdiğim Galatasaray’a başarılar diliyorum. Güzel bir final, güzel bir şampiyonluk bekliyoruz.

NİHAYET DIEGO

Bilindiği gibi, Türkiye’ye gelmiş geçmiş en büyük yabancı Alex ile Fenerbahçe’nin arası bozuldu ve sonuçta Alex, Türkiye’den hiç istemediği şekilde ayrıldı. Hem özel yaşantısı hem de oynadığı futbol açısından herkesin örnek olarak gösterdiği bir futbolcuydu Alex. Sadece Fenerbahçe taraftarlarını değil tüm Türk futbol kamuoyunu çok etkiledi. Etkilenenler arasında ben de vardım. Alex gönderildikten sonra birtakım spekülasyonlar yapıldı. Yönetim kendisini haklı göstermek için Alex ile ilgili bir takım teoriler sıraladı. Sonuçta yönetim kendini halk önünde ibra ettirmek için öyle bir futbolcu transfer edelim ki o futbolcu Alex’i aratmasın mantığı ile, aradı, taradı Alex’in ülkesinden Diego’yu buldu. Diego da büyük futbolcu idi hem Güney Amerika’da hem de Avrupa’da. Bunlar hep yazıldı çizildi. Tantana ile alındı. Kesin miktarını bilmemekle beraber yüksek bir rakamla transfer ücreti ödendiğini tahmin ediyorum. Fenerbahçe’ye geldiği günden şu son derbi maçına kadar, bırakın Alex gibi olmayı sıradan bir futbolcu görüntüsü sergiledi Diego. Önceleri, yabancıdır, uyum sağlayamamıştır, alışamamıştır gibi mazeretler kullanıldı. Ligin 23. haftasına kadar bir iki maç hariç hep yedek kulübesindeydi.

23. hafta Fenerbahçe-Galatasaray derbisi oynandı. Takımda Diego’yu da gördük. Ben şahsen önce endişelendim ama sonra da yanıldığımı anladım. Çünkü Diego bu maçta o kadar güzel bir futbol sergiledi ki tam ideal bir orta alan oyuncusu idi. Adam kovalamakta, marke etmekte, aldığı topları en iyi şekilde arkadaşlarına vermekte çok iyiydi. İkili mücadelelerde hep kazandı. Hatta gole gittiğini gördük. Hayretten dona kaldım. Sanki kişiliği geri dönmüştü, onu da bırakın sanki Fenerbahçe ruhu eklenmişti. Böyle olmasına rağmen yine aklım bir şeye ermedi. Neden ikinci yarı sonlarında görevden alındı? Aslında o dakikalarda çok da gerekliydi takım için. Teknik direktörü eleştirmek istemiyorum. Bir şey düşünmüştür herhalde diyorum.

Dileriz Diego, Fenerbahçe-Galatasaray derbisindeki futbolunu önümüzdeki diğer maçlarda da devam ettirebilsin. Mutlu oluruz.