Batı derecelendirme kuruluşlarının sonbaharı

Önceki hafta içinde batının büyük derecelendirme kuruluşlarından birisi olan S&P, Türkiye’nin not görünümünü düzeltti. Yapılan açıklamaya göre Türkiye’nin kredi notu ‘B’ olarak teyit edilirken kredi notu görünümü ‘negati’ften ‘durağan’a çevrildi. Açıklamada yeni göreve gelen ekonomi yönetiminin attığı adımlar desteklenirken, bu yıl yüzde 3,5, gelecek yıl yüzde 2,3 büyüme beklendiği ifade edildi. Son yıllarda gösterdiği yüksek oranlı büyüme ve artan ihracat kapasitesine rağmen S&P ve Fitch’in Türkiye notu, yatırım yapılabilir seviyesinin 5 kademe altında, Moody’sin notu 6 kademe altında bulunuyor. Türkiye’nin notu Moldova, Sri Lanka, Kenya, Uganda gibi yoksul ülkelerle aynı notla değerlendiriliyor. Peki derecelendirme kuruluşları neden ‘yüksek riskli’ ve ‘yatırım yapılamaz’ olduğunu iddia ederek Türkiye’yi baskı altında tutuyor?

DERECELENDİRME KURULUŞLARI NE YAPAR?

Derecelendirme kuruluşları devletlerin, kamu kurumlarının ve özel şirketlerin anapara, faiz ödeyebilme güçlerini ölçerler. Söz konusu değerlendirmeler bonolar, tahviller, VDMK’ler, belediye tahvilleri gibi borçlanma araçlarını kapsar. Derecelendirme kuruluşlarının verdiği notlar devletler, kamu kurumları ve özel şirketlerin borçlanma kabiliyeti ve borçlanma faizleri üstünde doğrudan etkide bulunurlar. Daha iyi, yüksek not alan kurum ve şirketler daha ucuz ve düşük maliyetlerle borçlanırlar. Düşük not alanların borçlanma maliyetleri artar hatta borç çevirme sorunları dahi yaşanabilir.

DERECELENDİRME NASIL YAPILIYOR?

Derecelendirme yapılırken objektif kıstaslar ve subjektif kıstaslar kullanılıyor. Objektif kıstaslar matematik olarak ölçülebilen kıstasları kapsıyor; örneğin bütçe açığı, cari açık, GSYİH/borç oranı gibi. Subjektif kıstaslar ise ağırlıklı olarak politik kıstaslara dayanıyor. Objektif kıstaslardan batma riski hesaplamalarında kullanılan matematik modelin ne kadar başarısız olduğunu 2008 krizinde yaşayarak gördük. Buna rağmen derecelendirme kuruluşları bu metodolojiyi kullanmaya devam ediyor! Subjektif kıstaslara gelince; bu kıstasların içinde bazı matematiksel ölçümler de bulunuyor ancak subjektif kıstasların ve yorumların ağırlığı bu ölçümleri değersizleştiriyor. ‘Etkinlik, istikrar, kurumsallaşma, şeffaflık, güvenirlik, dış güvenlik riskleri, hesap verebilirlik’ gibi kavramlar kullanılıyor. Bu kavramların tanımlamalarına detaylı olarak baktığımız zaman ne kadar yoruma açık olduğu, tek taraflı ve keyfi olarak belirlenmiş olduklarını görürüz. Bu kavramların sık sık kimler tarafından telaffuz edildiğine okuyucularımızın dikkatini çekerim. Atlantikçi ekonomistlerin, muhalefetin, Türkiye karşıtı kara propaganda yapanların dayandığı kavramlar aynı çerçevededir. Aynı kavramlar emperyalizme direnen tüm ülkelere karşı yürütülen kara propagandanın aracıdır ve bu tesadüf değildir.

‘ÜÇ BÜYÜKLER’ Mİ, ‘ÜÇLÜ ÇETE’ Mİ?

Derecelendirme kuruluşları piyasası temel ekonomi kuramında tanımlanan tipik bir oligopol piyasasıdır. Moody’s, S&P ve Fitch isimli şirketler ‘Üç Büyükler’ olarak adlandırılır. Moody’s ve S&P piyasanın yüzde 80’ini, Fitch ise yüzde 15’ini kontrol eder. Yani “Üç Büyükler” toplam olarak piyasanın yüzde 95’ini kontrol ederler. Batının kurduğu finansal sistemin temel dayanaklarından biri olan derecelendirme kuruluşları sık sık ‘serbest piyasa’, ‘bağımsız derecelendirme’ gibi süslü kelimelerle raporlarını donatırlar. Ancak kendi aralarına yeni derecelendirme kuruluşunu almaz ve tam bir tekel gibi hareket ederler. Avrupa Birliği Menkul Kıymet ve Piyasalar Kurumu’nun önerdiği 17 farklı derecelendirme kuruluşu olmasına rağmen Avrupa Birliği’nde Üç Büyükler’in payı yüzde 93’tür. Eskisine göre daha az iş yapmalarına rağmen Üç Büyükler’in gelirleri son 10 yılda iki katına çıktı. Derecelendirme kuruluşları 1970’lere kadar daha çok kredi verenlerden gelir elde ederdi. Ancak 1970’lerden sonra iş modelini değiştirdiler, not verdikleri kamu ve özel şirketlerden de gelir elde etmeye başladılar. Derecelendirme kuruluşları satış ve analiz bölümlerinin ayrı olduğunu ifade ederek ‘menfaat çatışması’ iddialarını reddederler. Ancak bu açıklama derecelendirme kuruluşlarının başarısız geçen son 10 yılına bakıldığında ne kadar geçersiz olduğunu ve ‘üçlü çete’ yakıştırmasının neden yükseldiğini bize gösteriyor.

ANALİZ DEĞİL, SICAK PARAYI TAKİP VAR

Üçlü Çete’nin geçmiş işlerinin performansı çok kötü. Halen Harvard Üniversitesi’nde görevli ve Dünya Banaksı eski baş ekonomisti olan Prof. Carmen Reinhart’ın yayınladığı ‘Notlar, Derecelendirme Kuruluşları ve Küresel Finans Sistemi’ isimli eserinde yaptığı değerlendirmede derecelendirme kuruluşlarının tüm büyük krizleri ‘ıskaladığı’ tespiti yapılıyor. Derecelendirme kuruluşları son elli yılda yaşanan temerrütlerin hepsinde başarısız oldular. 1980’lerde Latin Amerika borç krizi, 1997 Asya finans krizi, 2008 krizi, 2009 sonrası AB borç krizi ve son olarak 2023’te ABD’de yaşanan bankacılık krizi bunun tipik örnekleridir.

Başarısızlık sadece ülke değil şirket değerlendirmelerinde de geçerli. Worldcom, Enron ve son olarak Mart 2023’te SVB’nin (Silicon Valley Bank) batışı somut örnekler olarak ön plana çıkıyor. Üçlü Çete’nin karmaşık türev ürünlerin değerlendirmelerindeki performansı daha da kötü. 2008 krizinde konut kredisine dayalı türev ürünlerin değerlendirmelerinde yapılan ‘hatalar’ krizi tetikleyen etkenlerden birisi olmuştu. Son elli yıldır yaşanan döngü şöyle; sorunlar ortaya çıktıktan hemen sonra not düzeltmeleri geliyor. Ancak iş işten geçiyor ve yatırımcılar büyük zararlarla karşılaşıyor.

DERECELENDİRME KURULUŞLARI OBJEKTİF DEĞİL

Menfaat çatışmasının şirketler düzeyinde yaşayan derecelendirme kuruluşlarının Türkiye, Çin, Rusya, Brezilya gibi uluslararası arenada bağımsızlığıyla öne çıkan ülkelerin notlarının düşük tutulması işin başka bir boyutunu oluşturuyor. Türkiye ve BRICS ülkelerinin notları düşük tutulup CDS primleri yükseltilirken Yunanistan gibi borç batağında yüzen (borç/GSYİH oranı yüzde 171,3), İsrail gibi sürekli iç savaş içinde bulunan ülkelerin notunun Türkiye’den yüksek olmasını, daha az riskli olarak tanımlanması objektif ve bilimsel değildir. Dolayısıyla Türkiye ekonomisini bu notlar üzerinden ve ona bağlı olarak hareket eden CDS’lere bakarak değerlendirmek kafayı kuma gömmekten başka bir şey değildir. Nitekim çok sayıda serbest fon ve büyük yatırımcı bu kurumların notlarını eskisi kadar ciddiye almıyor ve onların çizdiği çerçevenin dışına çıkarak yatırım yapmaya alıştı. Türkiye bu yatırımcı kitlesini zaman içinde çekecektir. Ama, ortodoks politikalardan dolayı değil Türkiye olduğu için bu teveccüh olacaktır.

Sonuç olarak, ekonomi yönetimi batının beceriksiz, dejenere olmuş kurumlarını, politikalarını kıstas olarak almayı bırakmalıdır. Batıyı, batının içi boş kurum ve kavramlarını toplumsal hayatımızdan çıkardığımızda, kendine güvenen ve bağımsız politikalar izlendiğinde Türkiye’nin neler başardığına son yıllarda hep birlikte şahit olduk. Türkiye üretime dayalı bir ekonomi modelini planlı bir şekilde hayata geçirdiğinde dünya ekonomisindeki ağırlığını artıracak ve refaha ulaşacaktır.

Kaynakça; https://www.aydinlik.com.tr/koseyazisi/derecelendirme-mi-yoksa-ekonomik-tetikcilik-mi-244794