Batılılar, kullanılabilir muhaliflerin süresi dolunca ne yapar?: Ah, Ai Weiwei, sana ne oldu böyle!

Dünya ne kadar kocaman, ama bir o kadar da minicik. Eskiden olsa, hemen her ülkenin kendi sınırları içinde ne olursa olsun orada kalır ve mahalli folklorun bir unsuru olarak tarihe yazılırdı. Belki de o nedenle, her kültürde sanatçıların ve kültür insanlarının yarattıkları eserler ve düşünce sistemleri belirli bir kültürün ürünü olarak hemen tanınabilirdi. Çünkü hiçbir sanatçının öyle evrensel olarak tanınma, meşhur olma, kendi sanatında evrensel bir dil ile konuşma diye bir takıntısı da olmazdı. Onlar sadece gönüllerinden geçen duyguların yön verdiği eserlerini kaleme ya da fırçaya ya da tellere döker ve bu fani dünyadan, Yunus’un “Bir garip ölmüş diyeler” şiirinde söylediği gibi göçüp giderlerdi. Bizler de tarihin süzgecinden geçmeye değecek olan eserlerini, yüzlerce sene sonra bile olsa, elimizden ve dilimizden düşürmezdik. Mevlana’nın ve Yunus’un şiirleri, Leyla ile Mecnun’un yürek buran öyküleri, Eşrefoğlu’nun o muazzam camisi böylece günümüze kadar ulaşabildiler.

‘EVRENSEL’ OLMAK ZORUNDA MIYIZ Kİ?

Şimdilerde herşey o kadar değişti ki, dünyanın hemen tüm aydın ve sanatçı nüfusunda bir kişilik krizi var gibi sanki. Hayatta her şeyin, içinde bulunduğumuz çevrenin bir ürünü olduğunu unuttu sanatçılarımız. Şimdilerde bir “evrensel” olma kaygısı taşımakta sanatın tüm dallarından sanatçılar. İstanbul’un, Santiago’nun ya da Kiev’in ortayerinde yaratılan bir sanat eserinin, ille de tüm evrende, özellikle de Avrupa ve ABD’deki sanat çevrelerinde kabul görmesi şartı var artık! Elbette “kürelleşme”yi bize zorla sattıkları son 20-30 senede, bu daha da belirgin bir hale geldi.
Bu yazıda, böyle bir genel konuya sadece iki örnek vererek, durumun ne denli acil ve dramatik olduğunu göstermeye çalışacağız. Ve bu iki örneğin aralarındaki paralellik hayret edecek kadar açık olduğu için de, durumu kolaylıkla anlatabileceğimizi umuyoruz.

PEKİN OLİMPİK STADYUMUNUN MİMARI: Aİ WEİWEİ

Örneklerimizden biri, Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC)’nde doğmuş, yaşamış ve meşhur olmuş, ama şimdilerde bir siyasi mülteci olarak Avrupa’da yaşayan bir sanatçı, mimar ve heykeltraş Ai Weiwei. ÇHC’nin sanat alanında gelinebilecek en önemli noktalarına ulaşan Ai Weiwei, Çin hükümetine muhalifliğine rağmen, uzun yıllar ülke içinde kalarak sanatını icra etti ve önemli ödüller kazandı. Batı dünyası, Ai’nin kimliğinde ÇHC siyaseti için önemli bir “muhalif” keşfedince, akla gelebilecek her Batılı kurumdan ödüller yağmaya başladı. Avrupa ve Amerikan üniversiteleri, af örgütleri, çevreci kurumlar, bir bahane bulup, muhalifliğinden dolayı Ai’nin sanatı ile ilgili olsun olmasın ödül verdiler. Hatta ÇHC Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Liu Weimin “Bizim ülkemizde sanatları konusunda çok daha yetenekli olan isimler dururken, politik olarak Ai Weiwei’yi ödüllendiriyorlar” diyerek Batılı kurumları eleştirmek zorunda kalmıştı.
Sonuç olarak, Ai Weiwei 2015 yılında Avrupa’ya iltica etti. ABD dahil, önemli Batı şehirlerinde sergiler ve konferanslar yaptı. Biz de beş sene kadar önce, Brüksel’deki BOZAR Kültür Merkezindeki sergisini ziyaret etmiştik, ve çok da etkilenmemiştik eserlerinden.
Ama bugünlerde Batı’nın tüketim toplumu, artık Ai Weiwei’nin Çin’e olan muhalifliğinden bir rant sağlayamıyor olmalı ki, geçen hafta İngiltere’deki bir sergisi konusunda oldukça ağır eleştiriler çıktı, İngiliz Guardian gazetesinin sanat sayfalarında.

1970 ve 1980’LERDEKİ DOĞU AVRUPA’DAN SANATÇI GÖÇÜ GİBİ

Ai’nin son sergisindeki ana gösteri, üzerinde Coca Cola yazısı olan, ikibin senelik bir Han imparatorluğu dönemi vazosunu yere çarparak kırmaktı. Bununla, modern Çin devletinin geleneksel Çin değerlerine “vermediği” değeri göstermiş oluyordu. Bu ilginç artistik ifade şekli, İngiltere’nin en önemli sanat eleştirmenlerinden hiç de nazik olmayan değerlendirmeler aldı. Belli ki, Ai’nin muhalifliği artık “değerini yitirmiş” olmaktaydı. Yani kullanma süresi dolmuştu, bu tüketim toplumunda. Değerlendirmelerden bazıları, durumun dramatikliğini anlatır sanırız:
“Açıklamak isterim ama bir türlü açıklayamıyorum. Bir arkeoloji hazinesini yere vurup paramparça etmenin sanatla ne alakası olabilir? Güya Çin hükümetinin halkın kültür hazinelerini yokedişine dikkat çekiyormuş!”
“Ai bir siyasi kahraman ya, buna dayanarak bizim bu tarihi hazineyi parçalama gösterisini alkışlamamızı istiyor. Elbette Ai bir fikir özgürlüğü kahramanı olabilir. Ama bu sergi, Ai’nin iyi bir sanatçı olup olmadığı konusunda benim kafamı karıştırdı.”
“Ai Weiwei’nin kendi adını, bu mavi ve beyaz porselen üzerine çocukça yapılmış göçmen resimlerine sanatçı olarak koymasına inanamıyorum!”
“Sanırım Ai’nin bu hüzün verici durumu, 1970 ve 1980’lerde komünist Doğu Avrupa’dan kaçıp Batıya gelen sanatçıların durumuna benziyor: Onun gerçek anlamı ve gücü, Çin rejimine olan muhalifliğinde yatmaktaydı. Şimdiki sürgün halinde ise, Ai bir hiç!”
Bu sanat eleştirmelerinin, Ai’nin son eserleri konusundaki feryatlarını görünce, Batı tüketim toplumunun ve Batı medeniyetinin, kendi ülkesi ÇHC’de bu denli önem kazanmış ve bu sayede dünya çapında bir isim olmuş Aİ Weiwei’yi böylesine tüketip ölesiye eleştirmesine, insan üzülüyor doğrusu.
(Haftaya “Türkiye’nin Avrupa’daki Ai Weiwei’leri” ile devam edecek.)