Bavul, Ot bilmem ne… Putları yıkıyoruz!
Nazım Hikmet Haziran 1929’da Resimli Ay dergisinde “Putları Yıkıyoruz” kampanyası başlatmıştı. Amacını, “Kariimizin (okurumuzun) kafasına zorla mıhlanan putlar”ı yıkmak olarak ilan etmişti. Nazım’ın köküne kibrik suyu döktüğü putlar, rüzgarı kendinden menkul sıfatlarla donanmış eski edebiyatın temsilcileriydi. Başarılı da oldu.
Bugün Nazım Hikmet yok ama edebiyata az çok ilgisi olan okurun “kafasına zorla mıhlanan” ve yüksele yüksele başı göğü delen putlar var. Gözümüz eline baltayı alıp, “putlar ormanına” dalıp, sağlı sollu darbelerle putların hakkından gelecek babayiğit arıyor. Yok mu bu ülkede edebiyatın hiçleştirilmesine, şeyleştirilmesine karşı sesini çıkaracak delikanlı?
Koca koca gazetelerin kitap ekleri çıkıyor, o kitap eklerini “Türk Edebiyatının duayenleri” yönetiyor, o eklerde “şu kitap şöyle güzel, bu yazar böyle şirin” diye yağlı-ballı yazılar yazılıyor, yok mu içlerinde bu abukluğa karşı isyan edecek?
O “cesur” edebiyatçılar piyasanın kıyısına, köşesine itilmekten mi korkuyor? Yoksa onlar, “o güzel atlara binip”, terk-i diyar mı ettiler?
GÜNÜMÜZÜN PUTLARI
Bugünün putları “çamur dergiler”dir. Aslında bu dergilerin başlı başına anlamı yok. Ancak o dergiler, edebiyatımızın dört yanını “puşt zulası”yla çevreleyen, onu zehirleyen; edebiyatımıza melankolik, karamsar bir deli gömleği giydiren neoliberal özgürlükçü iklimin kendisini dayattığı mecralardır. Bu “çamur dergiler” bugün var, yarın yok ancak bu iklim başımızın belası.
Bakın, başıma bir şey gelmeyecekse bir iddiam var: Sistem bu “dergiler” aracılığıyla edebiyatın-sanatın sadaka kültürünü yaratıyor. Nasıl mı? Asalaklığı, tembelliği, boşvermişliği, kaçışı erdemleştiren bir içeriği yücelterek. Kimse bana şunu söylemesin: “Ama iyi edebiyatçılar da yazıyor, bu dergilerde iyi yazılar da yayımlanıyor”. Esası o değil kardeşim! Bataklıkta da güzel çiçekler açıyor ama bataklık gerçeği değişmiyor.
Neoliberal özgürlükçülüğün bu “dergiler” aracılığıyla insanımızda yarattığı en büyük tahribat, ayağı vatan toprağına basan, emekçiye dayanan edebiyatı değersizleştirerek, boş, toplumsallıktan, gelecek ideallerinden kopuk, bireysel hazları, geçici mutlulukları yükselten bir kültür yaratmasıdır. Bu kültürün öğesi olan insan en büyük varlık nedenine yabancılaşmakta, sadece verilenle yetinmektedir. Edebiyatın-sanatın sadaka kültürü dediğimiz budur.
KÖR GÖZE PARMAK
Bu tartışmaya Ertuğrul Özkök de katıldığına göre şenlik büyüyor. Ateşler yakılsın, davullar çalınsın, Zurnacı başı sahneye çağrılsın. Davul, zurna çalınsın çalınmasına da halayın başını bunlara kaptırdığımız yeter!
Ertuğrul bey çok üzülmüş, dizlerini dövüyor, kolay mı, Bavul toplatılınca elli bin lira kuş gibi uçmuş. Ama gene de Bavul “dergisinin” toplatılması kararı “karakter harabesinde şahsiyetli bir hareket”miş.
Bu mesele Ertuğrul Bey’in magazinsel boyutuyla ele aldığı kadar basit değil. Mesele basit bir yanlışlık değil. Mesele bir yazım hatası, bir dizgi yanlışı değil. Mesele son yıllarda yoğunlaşan uydurukçuğuluğun ve edebi değerleri yalan yanlış bilgilerle piyasalaştırmanın “şahsiyetli” bir derginin kapağına yansımasıdır. Yani şu kadar parayı gözden çıkardılar, bak ne kadar erdemli davrandılar denilip geçiştirilemez.
Acaba edebiyat karakter harabesine nasıl döndü? Bu dönüşümde bu dergilerin payı yok mu?
Böyle bir “yanlışı” geriban bir yayın organı yapsaydı, bütün “edebiyat otoriteleri” çığ gibi üzerlerine çökerdi. Ama bunların sistemin tepesinde koruyucu melekleri var. Dokunun dokunabilirseniz!
Yıllardır kendi havalarını çalıp, kendi halaylarını kurup mendil sallıyorlar. Ancak Nazım’ın rubailerinden dediği gibi “körler görmese de yıldızlar vardır”. Körler görmese de bunların zaten fiyakaları bozulmuş, yaldızları dökülmüştü. Son Bavul skandalı “kör göze parmak” oldu.
'GİRDİM PUTLAR ORMANINA NE DE KOLAY YIKILIYORLAR'
İnsanların kimliğini neyi ürettiği, insanlığa neyi bıraktığı, insanlığın ortak gelecek özlemine nasıl katkılar yaptığı belirler. Bütün büyük yazarları büyük yapan budur. Öfkelenince Homeros’u hala bu yüzden okuyoruz. Aşık olunca Neruda’ya bu yüzden sarılıyoruz. Emekçiyi anlamak için Orhan Kemal’e bu yüzden koşuyoruz vs.
Neoliberal özgürlükçülük bu dergiler aracılığıyla bize şunu söylüyor: İnsanların kimliğini tükettiği mallar, imgeler oluşturur. Günübirlik hazları besleyen sözcükler, ilkel bir ruhsal doyum yaratan aforizmalar en değerli eserlerdir. Gerisi hiçtir, boştur, çöptür!
Bu dergileri Ertuğrul Özkök gibi övmeye devam edersek, bozuk edebi ürün tüketmekten hastahane kapılarında perişan, fast food edebi besin yemekten metabolizması bozuk, yamuk yumuk, şişman insan pazarında yakacak ağıt dahi bulamayacağız.
Nazım’dan 88 yıl sonra yeniden putları yıkmak zorundayız!