Bayram ekonomik açıdan felaket


Benzine, mazota, taksiye, haldeki sebze ve meyvelere zam. Henüz havaya ve suya zam yok! Cılız cılız koyunlar 600-700TL. Kocabaş hayvanlar ise 5000’den aşağı değil. Dış ve iç ticaret açığı büyümüş. Daha kötü günler için sinyal veriyor. Böyle bir ortamda kurban bayramını yaşıyoruz. İstanbul yarı yarıya boş gibi. Trafik açısından şehir içinde rahatlık var. Ancak şehirlerarası yollarda, otobanlarda kazalardan geçilmiyor.
Tatil yörelerindeki otellerin fiyatı oldukça yüksek. TEM yolu lüks arabalardan geçilmiyor. Çoğu son model. Ama işin gerçeğine bakın ki sanırım Türkiye’nin yarısından fazlası memur ve işçi. 657’ye göre maaşlar 1000TL den yukarı değil. İşçilerin maaşı asgari 700 TL böyle bir çelişki olabilir mi? Bu, ancak bizim ülkede görülür. Bazı evlerden para basma makineleri, ayakkabı kutularından da para çıkarsa o ülkede her şey olabilir.
Gerçekçi göz ile bakarsak, Türkiye’de bayramlar değil aslında felaket yaşanıyor. Zaman zaman soruyorlar; “Siz futbolcu olarak bu bayramları nasıl geçirirdiniz?” diyerek. Çok basitti aslında. Basitti ama heyecan verirdi. Örneğin şeker veya kurban bayramında şimdiki Saracoğlu’nun arkasındaki ahşap binanın üst katında bayramlaşma yapardık. Meyve ve biradan oluşan menü ile soframız hazırlanırdı. Dünyamız Siyah-Beyaz dünya idi. Şimdiki gibi kimimiz Miami’de kimimiz Newyork’ta ya da deniz-kum-güneş üçlüsünde olmazdık. Bayramının ikinci günü Fenerbahçe Başkanı Ali Muhiddin Hacı Bekir’in Taksim’deki evine gidip, elini öperdik. O da içine para koyduğu zarfları Cihat Arman’a verirdi bizlere dağıtsın diye.
Hacı Bekir, Lebip Elmas ile Cihat Arman’ı çok severdi. Bir bayramlaşmada, Elmas’ın bir erkek çocuğu olmuştu. İsmini sordu ve ardından Süavi olsun dedi. Süavi, her çocuk gibi büyüdü ve genç takımda oynadı. Ama daha fazla devam etmedi. Kadıköy grubunda yer aldı. Aziz Yıldırım’ın başkan olması için çok çalıştı, çok emek sarf etti. Ama köprülerin ardından çok sular aktı artık selamlaşmıyorlar bile.
FUTBOLDA İSTANBUL DUKALIĞI YIKILIYOR
Fenerbahçe ile Konyaspor maçını izledim. Bir Fenerbahçeli olarak söylemek acı ama takım olarak sahada tam bir hayali fener vardı. Maçı 2-1 kazandılar ama kazanan aslında futbolcular değil onların sırtındaki formalardı. İtici güçleri olan taraftarlar yani 12 numara takımından desteğini hiç çekmedi. Konyaspor takımına baktığımızda hayalimizin ötesinde bir futbol sergiledi. Takımın içindeki koordinasyon ikili üçlü bloklar yapmaları yardımlaşmaları çabuklukları ile bana sanki İngiltere’ nin Chelsea veya Arsenal takımının oyununu anımsattı. Bir daha aynı oyunu oynayabilirler mi? Bilinmez. Hani nerede 25, 30 milyon Avro verilen Diego? Caner’e gelince Webo ve Sow’la iki kez topu buluşturdu ama alıştığımız Caner değildi. Ve bu iki pozisyon dışında sahada yok gibiydi. Alper’e çok bel bağlamıştık ama ondan da beklediğimizi bulamadık. Hollanda Milli Takımının önemli futbolcusu Kuyt son oynadığı maçlarda bal vermeyen bir arı sanki. Özetle takımda göze batan adam Gökhan Gönül ve son günlerde çok eleştirilen Volkan vardı. Kalede Volkan görevini son derece iyi yaptı. Böyle olmasaydı arada fark bile olabilirdi.
Takım eksikti. “Hakem haksız yere oyuncu çıkarttı.” “Penaltı, penaltı değildi.” “Hakem karşı tarafı tuttu.” Bence bunların hepsi laf-ı güzaf. Biz Fenerbahçe’nin eksik oynayıp da rakiplerine karşı nice büyük zaferler kazandığına şahit olmuşuzdur.
Sonuçta yine tabi İsmail Kartal. Hangi yerli teknik direktörümüz Kartal’dan daha ileride ki? Hepsi gerek bilgi, gerek ise tutumları itibariyle birbirlerine benziyorlar. Geçtiğimiz dönem adeta tanrılaştırdığımız Mancini’yi de gördük. Şimdi de Prandelli’yi görüyoruz.
Şurası bir gerçek artık futbolda İstanbul dukalığının temelleri sarsılıyor. Kardinaller sapır sapır dökülüyorlar. Artık Anadolu geliyor Anadolu... Bunu da göz ardı etmeyelim. Onların başarılarını küçümsemeyelim. İsmail Kartal’ın veya diğer teknik direktörlerin yapması gereken tek şey takımlarına disiplin vermeleri onları homojen şekle sokmaları. Bir de hakemlerin vermiş olduğu kararların hiçbir zaman değiştirilemeyeceği için onlarla ağız dalaşına girmemelerini öğretmeleri gerekir. Çünkü kırmızı kart görmek takımına yapılacak en büyük zarardır.
BÖYLESİ YABANCI TEKNİK DİREKTÖRLER DE VARDI!
Biraz da gülelim...
Olayı o gün yedek kulübesinde oturan; futbolculuğu kadar esprisi de kuvvetli olan Fuat Saner, arkadaşlarına anlatır. Seyahat boyunca da dillerden düşmez! 1970 yıllarında Romanya ile ticari ilişkileri olan Faruk Ilgaz, oradan Teasca adında bir antrenörü Fenerbahçe’ye getirir. Ufak tefek bir adamdır. Antrenörden öte bir palyaçoya benzerdi. Disiplin kurabilecek bir yapıya da sahip değildi. Bu nedenle futbolcular onu çok hafife almışlardı. Antrenör olduğu yıllarda bir gece Fenerbahçe Kulübünde kıyafet balosu vardır. Çeşitli kıyafetler giyilir. Bu ara Ercan ile Ziya, Teasca’ya bir muziplik yapmayı düşünürler. Ercan Aktuna, daha evvelce Suudi Arabistan’a gitmiş ve orada kendisine Şeyhlerin giydiği görkemli bir elbise hediye edilmiştir. Sonraları Ercan bunu Fenarbahçe’nin renkli adamı Hırssız Semai’ye vermiş. Planlarını uygulamak için o elbise acele olarak getirilmiş ve kuliste heybetli vücudu olan Ercan’a giydirilmiş. Daha sonra Ercan, kafasında büyük bir sarıkla o görkemli elbisesi ile görünür. Doğruca Teasca’ya gider. Etraftaki herkes alkışlar. Teasca birden şaşırır sonra da “Allah geliyor, Allah” diye eğilerek Müslüman usulü secdeye kapanır! Bütün balodakiler, kendilerini gülmekten alamazlar.