Bedbaht-Bedhah

Mafya liderinin gözdağı elbette çirkin, suç... Kınanmalı, kınamalıyız.

Bu olaydan sonra bir CHP milletvekilinin attığı tweete dil açısından değinmeden geçemeyeceğim. Şöyle diyor sayın milletvekili:

“Bir mafya bozuntusunu ciddiye alıp cevap verecek değilim… Kurumsal olarak CHP Genel Başkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün halefidir. Kişisel olarak bizim için baba/ata figürüdür. Saçının telini sakınırız. Dahili veya harici badbahtlarımız olunca gözümüzü budaktan sakınmayız.”

Neresinden başlamalı, neresini düzeltmeli diyeceğimiz türden bir yazı.

Daha ilk cümle sorunlu… “Bir mafya bozuntusunu ciddiye alıp cevap verecek değilim...” diye başlıyor, ama yaptığı iş olayı ciddiye alıp cevap vermektir. Herhalde, “Cevap vermeye değer mi, bilmiyorum…” gibi bir söz etmek istemiş. Hadi bunu geçelim. Üzerinde duracağımız başka yanlışlar var.

“Kurumsal olarak CHP Genel Başkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün halefidir.”

“Halef” sözcüğüne Ferit Devellioğlu’nun Osmanlıca-Türkçe sözlüğünde şu karşılık veriliyor: 1. Babadan sonra kalan oğul. 2. Memurlukta birinden sonra gelip onun yerine geçen kimse.

Öncelikle şunu söyleyeyim, Cumhuriyet yöneticileri için “halef” sözcüğü pek kullanılmaz. Hadi bunu da geçelim… Atatürk’ten hemen sonra yerine geçen kişi İsmet İnönü’dür, bu söz ancak onun için kullanılır. Ecevit bile Atatürk’ün halefi sayılmaz.

Sayın milletvekilinin üç satırlık yazısında yanlışlar bitmiyor, gittikçe büyüyor. Şu yanlışı “Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi”ni bilen, yüreğine kazıyan hiç kimsenin yapmaması gerekir: “Dahili ve harici bedbahtlarımız olunca” diyor sayın milletvekili. Atatürk’ün, “dahili ve harici badhahların olacaktır” sözüne bir gönderme yapılıyor. Atatürk, “bedbaht” demiyor, “bedhah” diyor. İki sözcük arasında çok fark var. Mafya liderine “bedbaht” derseniz, ona “kötü talihli” demiş olursunuz, yani bir yakınlık duygusuyla acıdığınız düşünülür. “Bedhah” derseniz “kötü kalpli, kötü niyetli” demiş olursunuz ki, doğrusu budur.

Osmanlıca böyle bir dildir, tuzaklarla doludur. Üniversitede altı yıl eskiyazı dersi, yani Osmanlıca okudum, dört yıl Farsça gördüm. “Fetfa” ile “fehva” arasındaki farkı kırklı yaşlarda öğrendim. Osmanlıca diye mahkemelerde başka bir dil, tapuda, hükümet kapısında başka, mezarlıklarda başka bir dil çıkar karşınıza. Şeyh Galip’te başka, Halit Ziya’da, Ziya Gökalp’te, Nutuk’ta başka bir Osmanlıcayla karşılaşırsınız. Sonu yoktur. Yıllarınızı verseniz tam öğrenemezsiniz. En iyisi bu alanı uzmanlara bırakmaktır.

Bir şeyler sizi eski sözcükleri kullanmaya zorlamışsa, o zaman üşenmeyip sözlüğe bakacaksınız.

Yalnız şunu da bilmeliyiz, sözlükler bize sözcüklerin anlamlarını öğretir, kullanımlarını değil. Cumhuriyet yöneticileri için “halef” sözcüğünün kullanıldığına ben tanık olmadım. Siyasetçilerin diliyle başladık, devam edelim. “Delalet ittifakı” sözü gerçekten Bahçeli’nin ağzından mı çıktı diye bir an kulağımdan kuşku duydum. “Delalet” kılavuz olmadır, yol göstermedir. Sayın Bahçeli “sapkınlık, yoldan çıkarma” anlamına gelen “dalalet” sözcüğünü kullanacaktı belli ki…

Bizim siyasetçilerimiz, ne kadar çok bağırır, iri laflar ederlerse, o denli etkili olduklarını sanıyorlar. Üslupları böyle. “Dokunulmazlığımı kaldırmazsanız vatan hainisiniz” diyor Sayın Kılıçdaroğlu. “Vatan haini” yerli yersiz kullanılan o iri laflardan biri. Kılıçdaroğlu’nun dokunulmazlığını kaldırmamak (kaldırmak değil) nasıl vatan hainliği olur anlayamadım? “Vatan haini” sözü olur olmaz yerlerde kullanılırsa, gerçek vatan hainliği gözden kaçar.

Kitap önerisi: Kadri Öztopçu, Kimsenin Bilmediği İnsanlar, Can Yayınları, İstanbul 2019.