Bedrettin’in düşünsel halkaları
Memet Fuat; Yazko Edebiyat yazı kurulu toplantılarında her türlü ürünü değerlendirirken bir noktayı özellikle vurgulardı: Hiçbir duygu, tema, düşünce, olgu, imge ya da anlatım kendinden önceki halkalarla bitişip geçişmeden oluşamaz. Bir kitap tanıtım yazısında bile yazar ya da yapıtın değerlendirilmesinde, geçmişle bağlantısı gösterilemeyecek vargıları güvenli bulmaz, öznelliğin keyfi bir tutum anlamına gelemeyeceğini belirtirdi. Özellikle yeni ve özgün oluşuyla öne çıkarılan şiirlere dair belirlemelerde bu gerçeğin gözden kaçırılmamasına özen gösterirdi. Olgular arasındaki bağlardan birinin atlanması, örgüde ilmek kaçmasına yol açar. Sonra eklerdi: Batı’da en sıradan bilim, felsefe ve sanat meseleleri hep bu yaklaşımla irdelenir.
TARİHTE SİLSİLE BAĞLARI
Doğru saptamalara varmak için olgular arasındaki ilişki halkalarını kurmada tarihçilerin titiz davranması hiç de boşuna değildir. Doğu tarihçileri ele aldıkları olay örgüsü için kimi verileri yok sayıp dışarda tutmakla kişi ve kurumların değerini, saygınlığını korumak adına olduğu kadar, beğenmedikleri durumların öğrenilmesini de siyasi kısıt ve önyargılarla engellemeyi işin şanından sayıyorlar. Bu tutum Şeyh Bedrettin olayında da belirgin olarak görülüyor: Halâ kimi tarih çalışmalarında olayların kurgusu yanlılık adına keyfice sürüyor. Neyse ki Michel Balivet’in Şeyh Bedrettin: Tasavvuf ve İsyan çalışması (Tarih Vakfı Y., 2000) yalnızca geniş belge dizini ve kronolojisiyle değil, düşünür ve eylem adamını anlattığı metindeki örgüyü olaylar ve düşünceler arasındaki silsileyi eksiksiz verme çabasıyla da eşsizliğini koruyor.
TUTKUDAN ARINMAK
Birçok düşünür ve tarihçi, Bedrettin üzerine son sözü söylemiş olma edasıyla kasılırken, Balivet, kaynakların ve özellikle Menâkıbnâme’nin değerlendirmesinde halâ boşluklar olduğunu belirlemekte, konuya tutkulardan arınmış bir tutumla yönelmeyi gerekli görmektedir:
“Kaynakların incelenmesi 1920 - yıllarından itibaren F. Babinger ve Ş. Yaltkaya gibi bilim adamları, daha yakın tarihte F. I. Kisling ve A. Gölpınarlı tarafından yapıldı; bunlara Simavnalı Şeyh ile birçok yönden ilgilenen E. Wernwr, S. Vryonis, H. İnalcık, I. Beldiceanu ve N. Filipovic adları eklenebilir. Bununla birlikte Menâkıbnâme (Hafız Halil) bir kez daha değerlendirilmelidir, çünkü tarihsel içeriği çok zengin bu metin üzerinde halâ yapılması gereken birçok önemli gözlem ve derinlemesine inceleme vardır.” (s. 38
DOĞU VE BARBARLIK
Michel Balivet, Şeyh Bedrettin’in düşünce ve kişiliğinin oluşması sürecini başka düşünürlerle karmaşık bağlamlar içinde ve oya örercesine ince bir işçilikle sergiledikten sonra onun içten taşan bir coşkunluk haliyle siyasal eyleme geçişine şöyle açıklık getirir:
“Her türlü dünyevî faaliyetten vazgeçmiş görünen, Timur’un teklifini reddetmiş olan sufi, beklenmedik bir şekilde, riyazatı tamamen terk eder, kamu hayatına atılır. Bu karar, olasılıkla, Vâridât’ta da ifade edildiği gibi, bilgilerini açığa çıkarma ve mutasavvıfın cezbe yoluyla edindiği içsel deneyimi siyasi eylem hizmetine sunma zamanının gelmiş olduğunu düşünmesiyle bağlantılı olmalı. Yine Vâridât’a göre, bu eylem, cemaati yeniden doğru yola sokmayı amaçlıyordu. Üstelik devir halk ayaklanmalarına elverişliydi: Osmanlıların zayıf düşmesini izleyen dönemde, Balkanlar’da ve Anadolu’da anarşi hüküm sürüyordu. Bir önceki yüzyılda Selanik’te görülen Zelot ayaklanmasından beri bölgede sosyal kargaşalar bölgenin hemen her yerinde birbirini izlemiş ve bunların nedenleri çeşitli olmakla birlikte, patlamaya hazır bir hava oluşmuştu.”
Şu da var ki, Balivet’in de anımsattığı gibi, “sivil ve ruhban büyük toprak sahiplerinin mallarına el konmasına dayanan Zelot rejiminin” düşünce ve uygulamaları, “barbar kökenli”dir; yani Doğu düşünce ve toplumsal savaşımlar tarihinde komünal geleneklerin zaman zaman koyulaşan çizgileri hep vardır.