Beklenen kriz geliyor mu?

Bir ülkede yürütülen ekonomi ve maliye politikalarının başarılı olması için bu politikaların hane halkları ve iş çevreleri tarafından benimsenmesi gerekir. Türkiye’de politikaların bazı kesimlerce benimsenmemesi, haliyle bunlarla ilintili rakamlara da şüphe ile yaklaşımı doğuruyor. Bu şüphenin varlığı ise politikalarla hedeflenen amaçların gerçekleştirilmesinde en büyük engel olarak karşımızda duruyor.

Haftanın ilk günü açıklanan büyüme rakamları yüzde 11,1 ile son altı yılın rekoruydu. Rakam duyulur duyulmaz muhalifler bu rakamın gerçeği yansıtmadığını, iktidar yanlıları ise bunun bir zafer olduğunu duyurdular. Peki biz bunlardan hangisine inanacağız?

Birincisi, Türkiye’de mevcut sorunları iyi teşhis etmemiz gerekiyor. Türkiye, Afrika’da ya da Ortadoğu’da yer alan üretim kapasitesi olmayan bir ülke değil. Bu ülke iç siyasi çekişmeler ve jeopolitik sorunlardan uzak tutulması varsayımı altında, genç ve girişimci nüfusu sayesinde, hiçbir ekonomik müdahaleye gerek kalmaksızın kendi kendine bile yıllık yüzde 4-5 büyüme kapasitesine sahiptir.

YÜZDE 11 GERÇEK Mİ?

O zaman yüzde 11’lik büyüme neyin nesidir? Hatırlarsanız geçen yıl Türkiye için kâbus gibi geçmişti. Meskun mahal savaşları, 15 Temmuz süreci, Suriye savaşı, patlayan bombalar gibi üst üste kötü gelişmeler ekonomide çarkları neredeyse durdurmuştu.

Talep yetersizliğine bağlı satış yapamayan firmalar batmak üzereyken, üretim maliyetlerinin fonlanması ve bankalara olan kredi borçlarının ödenmesi adına “Kredi Garanti Fonu” ile 362 bin firmaya 220 milyar TL’lik kredi olanağı getirildi. Bu kredi ile piyasada firmalar yüzmeye başladı ve durum büyüme rakamlarına yansıdı.

İşte itirazlar da tam bu noktada başlıyor, zira “Yüzde 11’lik büyüme varsa biz bunu neden hissetmiyoruz?” şeklinde sorular soruluyor. Problem, Türkiye’nin hem neyi üretmesi hem de üretimden elde edilen gelirin dağıtımının bozuk olması olunca, elma ile armut da birbirine karışıyor.

Türkiye’de üretimden elde edilen gelirin dağılımı son derece bozuk. Bozulmaya da devam ediyor. Gelir dağılımındaki eşitsizliği ölçen önemli bir gösterge Gini katsayısıdır. Bu katsayı 0 ile 1 arasında değişmekte ve tam gelir adaletinin sağlandığı durumda katsayı 0, tam adaletsizlik durumunda ise 1’dir. Yani Gini katsayısının 1’e yaklaştığı sonuçlar gelir adaletsizliğine işaret etmektedir. Türkiye’de 2015 yılında hesaplanan Gini katsayısı 0,397 olurken, 2016’da bu gösterge 0,404’e yükselmiş, yani gelir adaletsizliği son bir yılda artmıştır.

Türkiye’de en yüksek gelire sahip yüzde yirmilik kesim 2015 yılında toplam gelirden yüzde 46,5 pay alırken, bu pay 2016 yılında 47,2’ye yükselmiştir. Yani Türkiye’de yaratılan gelirin dağıtımı adaletten uzaklaşmaktadır. Hal böyle olunca da büyüme rakamlarının artması hane halkları için bir anlam ifade etmemektedir.

BÜYÜDÜK AMA NE ÜRETEREK?

Diğer sorun ise ekonomide erişilen yüksek büyümenin önümüzdeki dönemlerde de devam edip etmeyeceğidir. Mevcut rakamda KGF desteğini yadsımak olmayacağı gibi, bu destek bitince de ülkeyi bir krizin teslim alacağını da söylemek gerçekçi bir yaklaşım değildir. Zira Türk üreticilerinin satış yaptığı Avrupa pazarında ekonomik göstergeler büyümeye işaret etmektedir. Bu durum ise Türk firmaları için üretim ve satış şartlarını kolaylaştırmaktadır.

Üretilen mal yelpazesinin yüksek teknoloji içeren mallardan yoksun olması, Türk milli gelirinin artışını engelleyen en büyük nedendir. Bölüşüm mekanizmasının bozuk olması, üstüne bir de bu mekanizmaya aktarılan gelirlerin de yukarıda bahsettiğimiz nedenden dolayı artış gösterememesi, hane halklarının mevcut ekonomi politikalarına güvenini sınırlamaktadır.

ÇIKIŞ YOLU

Birilerinin iddia ettiği gibi Türkiye binlerce işyerinin kapanacağı, milyonlarca kişinin işsiz kalacağı büyük bir krize doğru gitmemektedir. Ancak eğitim, hukuk ve ekonomik reformların yapılmamış olması nedeni ile yüzleştiğimiz yüksek işsizlik ve enflasyonun da sürdürülebilir bir yanı kalmamıştır.

Katma değeri yüksek malların üretilmesi için eğitimi ve hukuk sistemini yeniden belirlerken, gelir dağılımının da tekrar adil bir şekilde düzeltilmesi, kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınması ve devletin vergi geliri elde etmek için sadece toplumun çalışan kesimlerini muhatap almaması, çıkış yolunun ana çizgileri olacaktır.