Bektaşilik ve Yunus

Yapısökümcü savlarıyla günümüz metin çözümleme yönteminde öncü ve etkili yeri bulunan Derrida; “aslolan metinlerdir” vargısında, nesneler ve olgularla dil arasındaki ilişkiyi metnin gölgesinde bırakırken ideolojiye öncelik vermiş, varlığın ömrü sona erdikten sonra da metnin sürdüğünü belirtmişti. Bununla, metnin varlığa düşünsel ve imgesel düzeyde sağladığı kalıcılığın sürekli yoruma açık olduğunu da söylemiş oluyordu: Biz, bugünü anlamaya ve yarını tasarlamaya dünden başlıyoruz. Bulunduğumuz durumu aşma gereksinimi duyarak yeniliğe yönelişimizle birlikte, kendimizi tarihsel silsile içinde doğru anlamaya çalışırken bir geleneğe de bağlanıyoruz. Metinlere başvurduğumuzda, geçmişin bugündeki kötü lekelerini onun kirlenmemiş uçlarından geleceğin pürüzsüz tasarımına ilmeklerken aslında günün olanak ve gereksinimlerinin yanı sıra doğruları ve yanılsamalarıyla ilerlemeye çalışıyoruz. Bu arada, varlık ve olguların tarihteki yerlerinin ortadan kalktığını da görüyoruz. Hayatın mekikleri tarihi dokurken metinler en temel dayanağımız elbette ama içerdiği yanılsama ve yitişleri, eksik halkaları gördüğümüzde, gerçekliği yansıtırken verilen fireyi de gözlüyoruz.

YUNUS'U YORUMLAMAK

Bilim ve Ütopya (Mayıs 2021); Yunus Emre’yi 700 yıl sonra bir özel sayıda değerlendirirken ister istemez bugünün bilgi birikimi ve yorum gücüyle işe koyuluyor. Bu, salt yinelemeye yönelik didaktik yöntemden farklı; bütünsel yaklaşımdan kopmaksızın çözümleyici, açımlayıcı ve bileşime yönelik yenilikçi yorumları gerekli kılabiliyor. Nitekim hemen tüm yazılar böyle bir çabayı açığa vuruyor.

Ali Rıza Özkan, geçen haftaki yazımda, “Tekkeye sığar mı Yunus” başlığı altında, dergideki yazılar üstüne verilen ön bilgilere bakarak gönderdiği iletide çok anlamlı saptamalar, eleştiriler getiriyor. Şunu peşin olarak belirtmeliyim ki, özellikle yanlış anlatma ve saptırma amacı güden art niyetli eleştirileri saymazsak, yıkıcı bile olsa, her türlü polemik ve eleştiriyi övgüden çok daha değerli, hakikat işçiliği için kışkırtıcı bulurum. Şöyle yazıyor Özkan:

“Yazıları okumadan yorum yapmak abes tabii ki, ama tekke ile Yunus'u karşı karşıya getirmenin faydasından çok zararı olduğunu düşünüyorum. Her şeyden önce, tekke olmasaydı Yunus olmazdı. Tekke; eğitim, terbiye, disiplin ve yorum kazandıran akademik bir alandır. Tekke olmasaydı Yunus hiç olmazdı, kimse de bu entelektüel yorumları yapma fırsatı bulamazdı.”

YUNUS'UN ENTELEKTÜEL KAYNAKLARI

Özkan, yerinde belirlemelerini şöyle sürdürüyor: “Tekkenin oduncusu, bir idealizasyondur. Yunus'un kendisine verdiği bir sıfat - unvan değil, Yunus'u idealize edenlerin bulduğu - türettiği metaforik bir kavramdır. Ancak, tekke ile Yunus'u ayırmaya kalkışmak, tekke ile Yunus'u karşı karşıya getirmek hem Türk tarihinin yorumlanmasında, hem Yunus'u ve diğer tekke şairlerini anlamada ve hem de Türkçe çalışmalarında çok büyük yanılgılara götürür. Bu yanılgıyı anlamak için tek soru yeter: Türk edebiyatının son bin yıllık en temel kaynağı olan cönkleri tekke dışında bulabildiğiniz bir yer var mıdır? Tekke olmasaydı, biz Yunus'un varlığından haberdar dahi olmayacaktık. Yunus'la birlikte elbette yüzlerce ozanı da bilmeyecektik. Nasreddin Hoca fıkralarını, masalları, manileri ve daha birçok şeyi de...”

Dergi, bugün bayilere gitmiş olacak... Faruk Duman’ın görüşleri derginin tüm okurlarına ulaşacak: “Yunus o döneme kadar oluşmuş dilin, folklorun ve dinsel kültürün farkındadır. Yani ‘tekkenin oduncusu’ tasarımının gerçekleri yansıttığını söylemek çok zordur. Abdülbaki Gölpınarlı, Yunus’un ümmiliği ile ilgili kanaatin yanlışlığını vurgular. Zaten, şiirin (örneğin Risâlet’ün Nushiyye’nin) içeriğine baktığınız zaman, bütün o kültürel birikimin nasıl işlediğini görürsünüz.”

Yunus’un şiirinin zengin göndermelerle ‘metinlerarası’ özellikler taşıdığını örneklerle vurgulayan Duman, “şairin kişiliği çevresindeki rivayetlere dokunmamak gerektiğini” de belirtiyor: “Neden derseniz, eski şiiri olduğu kadar, eski rivayetleri ve bu tür kişiler çevresinde dolaşan bütün o hikâyeleri de bir bütün olarak değerlendirmeli.”

YUNUS BİR BÜTÜNDÜR

Ali Rıza Özkan, tanıtım üzerinde ilerlerken bir önemli değerlendirme daha getiriyor: “Şaşırtıcı olan; Yunus'un geçmişi ve geleceği ile bağlı olduğu Alevi - Bektaşi ‘yol’u bağlamında da bir yazı - incelemeye yer verilmemiş olması... Hoca Ahmet Yesevî ile Hacı Bektaş Velî arasındaki ‘tamamlayıcı’, Türk inancını gelecek nesillere aktarıcı, bugünkü Alevi - Bektaşi yolunun mayasındaki en büyük pay sahiplerinden birisini bu yönüyle incelememek kanaatimce Yunus'u anlamayı ve yorumlamayı kazaya uğratacak bir bakış açısı olur. Yinelemek gerekirse, okumadan belki de fuzuli ve gereksiz bir yorum yaptım, ama sizin ‘özel sayı’yı aktarımınız da bu yorumlara açık kapı bırakan bir bakış açısı sunuyor.”

Yunus'un düşünce, duygu ve inanç kaynaklarını bütünlüklü olarak vermek gereğini kimse yadsıyamaz. Ne ki derginin akademik ve didaktik amaçların ötesine geçmeyi gözettiği de unutulmamalı. Nitekim “Tarih’in Örsünde Türkçenin İpekten Çekici” (Seyyit Nezir) yazısının hem de spotunda bu düşünce öne çıkarılıyor: “Yunus Emre, yoksulları hor görüp bayları ayrıcalıklı sayan tavırlara, medrese ilmine bulaşmamış; dört kitabı saygın görerek bu duyguyu halk İslâm’ına taşımış; Anadolu’da birbiriyle harman olmuş tüm inançların bozulup Bektaşilik sarmalında yeniden kurulduğu halk dini inançlarını ve kutsalları küçümsemeksizin en kuşatıcı dinsel düşü bir kara mizahla altüst ederek, dahası meydan okuyarak aslında şeriatla arasındaki sınırı apaçık gösterir:

Sırat kıldan incedir

Kılıçtan keskincedir

Varıp anın üstünde

Evler yapasım gelir

Yunus Emre, keşif amaçlı okumalarla yeniden değerlendirilmeli belki de... Gençlik de bu gerçeğin farkında: TGB; onca yoğun gündemine karşın, yarınki çevrimiçi etkinliğinde (0539 600 04 00) Yunus Emre’yi düşünsel, edebî ve ezgisel yönden Doğan Göçmen, Seyyit Nezir ve Latif Bolat’ın yanı sıra izleyicilerin katılımıyla anıyor.

Günümüzün değerlerini unutmaksızın: Yetenekliydi. İçten ve canayakındı, sevecendi. Saygılıydı, yürekli ve gözüpekti. Ne ki sağlığını yeterince kollamıyordu. Bu özensizlik, içimizdeki endişeyi hep büyütüyordu. Erken gitti diyeceğiz ama böyle bir durumu hiç önemsemedi ki... Nur içinde yat Teoman Alili!