Belgesiz toplumlar tarihsiz kalır...
Çok değil, iki ay önce yine aynı sütunlarda “Cumhuriyetin 100.’cü yılı nasıl kutlanmalı” başlıklı bir yazı yazmış, 75.’ci yıl kutlamalarına ilişkin yapılmış bir soruşturmadan alıntılar yaparak bu kutlamaların nasıl olması gerektiğine ilişkin görüşleri yansıtmıştık. 100’cü yılın gelişi 75’ci yıldan belli olmuştu. Coşkulu olmuştu ama eksikti, koskoca bir yüzyıla hiç bir kalıcılık armağan edemedi.
İster 25, ister 50 ve isterse de 100.’cü yıl kutlamalarında gözlemlenen tek ortak nokta, bir önceki kutlamaların yinelenmesi şeklinde ortaya çıkıyor. Yani “altın yıllar”ın “gümüş yıllar”dan tek farklılığı, kutlamalara ilişkin ortaya konanların üzerindeki sayıların değişmesi, yükselmesi oluyor. Gerisi ise aynı; garip telaş, tekdüzelik, bir şeyleri yapmış olmak için yapılmışlığını dışa vuran ucuzluk, zamansızlık, ilkokul müsamerelerini anımsatan yapay bir duygusallıkla yoğun bir hamaset ve dillerde dolaşmayan bir marş vs...
Oysaki 100 yıllar çok, ama çok önemlidir. Dile kolay bir asır... Hele hele bu 100. yıl bir ülkenin onur ve gurur duyacağı cumhuriyetin yüz yılı olursa...
Yüz yıllar; geçmişi yalnızca bir dizi etkinliklerle anımsamak değil, onun da ötesinde; her bir alanda muhasebesinin yapılarak bir kez daha değerlendirilme olanaklarını sunup geleceğe ilişkin bir dizi kalıcılıklar emanet etmeyi amaçlayan ve insan ömründe yalnızca bir kez yaşanan altın yıllardır.
Bir düşünün Cumhuriyetimizin bir 10, 25, 50 ve de 75.’ci yıllarını. Hangisi akılda kalıp, bizlere bir şeyler emanet etti dersek, eminim ki çoğumuz, yaşamadığımız, görmediğimiz ama her şeyi ile gözlerimizin önünde ve de dillerimizde olan bir şeylerin olduğunu görecektir.
Bütün dünya bu değerdeki yüz yıllarını bir beş, hadi bilemediniz bir üç yıl öncesinden hazırlıklarına başlar. Geçmiş yüzyılın tüm değerleri uzmanların yaptığı ciltler dolusu kitap ve ansiklopedilerle film ve belgesellere aktırılır, gelecek yüz yıla armağan olarak yeni kurumlar, müzeler, üniversiteler, kütüphaneler, her bir alanı kapsayan arşivler, bu cumhuriyete güç katmış nice değerlerin anıtları, (bazıları için biraz ütopik kaçacak ama) heykelleri, ne bileyim ömürleri bir yüz yıl daha olacak tüm kalıcı, zenginliklere imza atılır.
Ancak bizim coğrafyamızda böyle şeyler olmuyor... Bir çırpıda, unutulup da sonra anımsanmışçasına garip bir telaşla, gelişi–güzel, baştan sağma, aceleciliğin üstünü örtemeyen özensizlikle yapıldıkları her hallerinden beli olan göstermelik, sabun köpüğü gibi, bir gün bile akılda kalmayacak, laf olsun torba dolsun cinsinden bir şeyler yapılıp geçiştiriliyor. Yazık ki... Yazık...
Bir yüz yılın, koskoca bir yüz yılın TV ekranlarına yansıyan yanına bakanız... Hepsi aydınlıktan çok karanlığa bürünmüş, ne dediği anlaşılmayan, hamasetin eşlik ettiği bir şarkının peşine takılıp laf olsun diye bir çırpıda yapılmış görüntüler...
Oysaki yüz yıllar tüm bir milletin hep bir ağızdan şarkılar söyleyip onca kalıcı eserlere imza atıp geleceğe kol kola yürüdüğümüz unutulmaz yıllar olmalıdır.
Yüzyıllar ertelenmeye, hele hele kimi güncel olayların gölgelerinde kalmaya hiç uygun değillerdir. Dünya halidir bu; güncel olaylar sürüp giderler, ancak bir bakarsınız bir kaç ay sonra yüz bir olur bir yüz yıl...
Çünkü insan ömrü içinde yüz yıllar yalnızca bir kez kutlanır... Tekrarı yoktur onların...
Lafın kısası; belgesiz toplumlar tarihsiz kalır...