Bilim ne içindir?-(TAMAMI)

Bazen en basit sorunun çözümü bile devrime bağlı hale gelir. Bugün ülkemizde işçilerin, hangi meslek ve kesimden olursa olsun tüm çalışanların temel haklarını korumaları ve görevlerini huzur içinde yapabilmeleri, karşı devrimin iktidardan indirilmesine bağlı hale gelmiştir. Yurttaşlarımızın kendilerini kendi yurtlarında güvende hissedebilmeleri, yarının ne getireceğine kaygı yerine umutla bakabilmeleri için, ülkemizin yeniden Atatürk Devrimi yoluna girmesinden başka çare kalmamıştır.

Yönetilen Türkiye mi, Türkiye'nin bölünmesi mi?

Bu durumu, bir yönüyle “yönetenlerin artık yönetemez hale gelmesi” olarak değerlendirmek, herhalde yanlış olmaz. Ama eğer yönetenler açısından sorun, Ankara'dan Türkiye'nin değil de Washington'dan Türkiye'nin bölünmesinin yönetilmesiyse, o zaman bu resim üstünde bir kez daha durup düşünmek gerekir.

1980 öncesinde ülkemizdeki iktidarlar, milli devlet refleksini henüz bütünüyle yitirmemişlerdi. Milleti ortadan ikiye bölecek adımların atılmasında, o adım söz konusu iktidarın programında açıkça yer alsa da, “milli birlik” kaygısıyla görece ihtiyatlı davranılırdı. AKP iktidarının on yılı ise, her seferinde milleti başka bir doğrultuda ortadan ikiye bölecek hamlelerin gündeme getirilmesi ve bunların yol açtığı bölünmenin derinleştirilmesiyle geçmiştir. Atılan her adımın kendine özgü gerici içeriğinden ayrı olarak, bu adımın yol açtığı bölünme, karşı devrimin kâr hanesine yazılmıştır. Anlaşılan, dert Türkiye'yi değil Türkiye'nin bölünmesini yönetmek olunca, dikkatin odak noktası da “yönetilenlerin yönetilemez hale gelmesinin” önüne geçmeye kaydırılmıştır.

“Suskun üniversite” kabul edilemez

Cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana, ülkemizin ve milletimizin geleceği için, bilimin yol göstericiliğine bugünkü kadar şiddetle gerkesinim duyduğumuz başka hiçbir dönem olmamıştır. Ama bugün “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür bir nesil” yerine “dindar gençlik” yetiştirme hedefi konurken de; Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi, “Ayet mi ki kaldırılamasın” denilerek ilk ve ortaöğretimden çıkartılırken de; Türkiye Bilimler Akademisi kapatılıp bakanlığa bağlanırken de; “Yurtta barış, dünyada barış”ın yerini, ülkemizin başkaları adına komşularının üstüne sürülmesi alırken de; öğretimin birliğinin yerine, milleti darmadağan edecek 4+4+4 yasası geçirilirken de; sözde delillerin düzmeceliğinin ayyuka çıkıp yurt dışına taştığı operasyonlarla hukuk katledilirken de; karşı devrimin bütün bu hamlelerini taçlandıracak olan bölünme anayasası çıkartılırken de üniversitelerimiz ve bilim kuruluşlarımız suskunluğunu korumaktadır.

Bu suskunluk, herhalde Mevlâna'nın “Suskunluğum asaletimdendir” sözünün yansıttığı nedensellikle açıklanamaz. Said-i Nursi'nin heykelleri dikilir, İskilipli Atıf'ın adı hastanelere verilir, Kubilay'ın katilleri aklanırken, üniversitelerimiz seslerini “seçim sonuçlarına olan saygılarından” dolayı çıkarmıyorlarsa, o zaman bu nedenle kesilen sesin, yaptıkları seçimlerde reddettikleri rektörlerin atanmasına karşı yükseltilmesi gerekmez miydi?

Bilim insanı gerçeklik dışında hiçbir şeyin önünde eğılmez

Milli devlete gösterilmesi gelenekselleşmiş olan saygıyı, milli devletin yıkılması karşısında suskunluğa dönüştürmek, milli devlet yıkıcılarının marifet hanesine yazılabilir. Ama bilim insanı açısından bu durumun kayda geçmesinin itibar getireceği herhangi bir “hane” mevcut değildir. Bilim insanı, gerçeklik dışında hiçbir şeyin önünde eğilmez. Bilimde doğru, seçimle belirlenmez. Bilimde doğrunun değişmez ölçütü, nesnel gerçeklikle sınamadır.

Öte yandan tarihin bugüne kadar tanık olduğu en demokratik güç, devrimini gerçekleştiren millettir. Bu demokratik gücün mücadele sahnesine çıkıp, ülkemizi yeniden Atatürk Devrimi yoluna sokması yakındır. Üniversitelerimize ve bilim kuruluşlarımıza yakışan, Bilim'in ve Aydınlanma'nın ışığıyla bu mücadelede milletimizin önünü aydınlatmaktır. Çünkü bilim, ülkenin geleceğini kurmak içindir.