Bilime ne ve kim engel oluyor?
Yaşlanmak umurumda değil, ölümse vız gelir. Yaşım 78. Artık yarın bile ölebilecek yaştayım. Birkaç yıl önce, her gün ölüm tehditleri alırken, Hürriyet gazetesinde "Yahu neden beni öldürüp katil olacaksınız, nasıl olsa ölmeyecek miyim?" diye yazmıştım.
Konu bu değil: Öyle bir dönemden geçiyoruz ki, okuyacak ve yazacak zamana ihtiyacım var. En çok da okuyup, öğrenip, öğrendiklerimi başkalarına aktarmaya. Sadece bu nedenle, şimdilerde 30'lu yaşlarda olmak isterdim.
Gecikmiş bir işe girişip, Hilmi Ziya Ülken'in Tanzimat, I. Meşrutiyet, II. Meşrutiyet ve 1940'lara kadar Cumhuriyet dönemini ve düşünürlerini ele aldığı Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi (Ülken Yayınları) adlı kitabının giriş bölümünden birkaç satır okuyalım. H.Z. Ülken 14 Mart 2013 günü yazmış.
***
"Fakat konuya bir başka açıdan bakınca, bu bir yüzyıllık fikir mücadelesinin değerini tanımamak büyük yanlış olur. İslam uygarlığı zafer devrinde uzun ve rahat bir çeviri çabasıyla Helen uygarlığının fikir ürünlerini almış ve üzerinde yüzyıllarca işlemiş olmasına rağmen sonuç hiç de parlak olmamıştır. Meşai ve İşraki ekolleri Yunan felsefesini eksik olarak anlamış, birçok sentez yetmezliklerinin bunalımı içinde kalmış, Süryanice kanalıyla Arapça'ya çevrilen eserlerde önemli boşluklar doldurulamamış, bu fikir hareketi de 14. yüzyıldan sonra haşiyecilik ve tekrarcılık içine düşmüştür. Buna karşılık 13-15. yüzyıllar arası Batı'nın, Doğu fikir hayatını anlamak için yaptığı çaba hızla gelişerek, onu bir dünya uygarlığı haline getirmiştir. 19. yüzyıl ortalarında iki âlem arasındaki fark ölçülemeyecek kadar büyüktür. Her bakımdan yenilmiş bir âlemin bu sarsıntılı devresinde dünya uygarlığının fikir ürünlerini geniş boyutlarıyla kavramak mümkün müdür? Bütün kafaların savaşlar ve devrimlerdeki şüpheli sonuçlara çevrildiği zamanlarda, Kant ve Hegel sistemlerini derinleştiren akademik çalışmalar beklemek kolay değildir.
Bununla birlikte Türk düşüncesi içtimai eyleme bağlı olarak Batı düşüncesinin başlıca özelliklerini tanımıştır. Türk düşünürleri toplumun bunalımları karşısındaki sorumluluklarını bilen insanlardır. Fildişi kulelerine çekilmişlerdir. Ellerindeki bütün imkanları kullanarak eğitimin yayıldığı yerlere kadar yeni fikirleri tanımaya, yeni içtimai hareketlere önderlik etmeye çalışmışlardır. Siyasi değişmelerin çok gerisinde kalan boğuk sesler olmamışlar, zaman zaman kendilerini dinletmesini bilmişlerdir. Hatta içtimai eyleme karşı aşırı bağlılık belki de bir bakıma bu devir Türk düşüncesinin kusuru gibi görülebilir." (Sayfa 16)
***
Bir süredir, Taraf gazetesinin 4 Aralık 2013 sayısında yayımlanan bir söyleşiye değinmek istiyordum. İki genç kadın, biri Taraf gazetesinden Tuğba Tekerek, öteki Cemaat okullarında araştırma yapan Yrd. Doç. Berna Zengin Arslan, karşılıklı oturmuşlar, "Hizmet" de denen Fethullahçı Cemaat'in havai bir tutkusunu tartışıyorlar. Manşet şöyle: "Cemaat her daim sınavda. Cemaat okullarında araştırma yapan Yrd. Doç. Arslan'a göre 'Dindar gericidir' aşağılanmasına karşı Gülen, Müslümanların bilim yapabileceğini ispata çalışıyor. 'En iyi olma' durumu fetişleşiyor."
Tut kelin perçeminden, ama perçem mi var? Dünyanın herhangi bir yerinde bilim insanlarını bırakın sıradan bir "laik insan" bile dindarların gerici olduğunu ileri sürmez. Cümlede "laik" sözcüğü geçmiyor ama bazı cümlelerin söylenmeyen özne ve nesnesi bellidir. Türkiye'de de kimse dindarların gerici olduğunu söylememiştir. Siyasal İslamcıların, tarikat ve cemaat mensuplarının büyük bir bölümünün ve önderlerinin ne denli gerici oldukları, II. Selim'den bu yana çok iyi bilinen bir macera.
Gülencilik, Nakşibendi tarikatının, Said Nursi hareketinin bir uzantısı durumunda. Gelişmiş hali mi? Nakşibendilik, Said Nursicilik gelişse ne olacak? Bu tür hareketlerin içerik ve nitelikleri değişmez, ancak etkinlikleri ve mali güçleri değişir.
Gülencilik'in ne denli yaygın, etkin ve etkili bir örgüt olduğu, iş ve amaç ortağı AKP hükümetini bile telaşa düşürmüş durumda.
Tuğba Tekerek'in "Paralel eğitim'den söz ediliyor. Nasıl bir sistemi var cemaatin?" sorusuna Berna Zengin Arslan şöyle cevap veriyor: "Hiyerarşik bir sistemi var. Okullar var, okulların bağlı olduğu bir yöneticisi, sonra bölgeden sorumlu biri, sonra da Türkiye'de bir yöneticisi var."
Ve daha önemlisi bir İslami idealleri var. Bu nedenle öğrencileri bir "fanus" içinde, dış dünyadan yalıtılmış durumda, her türlü özgür düşünceye karşı aşılı olarak yetiştiriyorlar. Öğrenciler istedikleri kitabı ve gazeteyi okuyamıyor, istediği televizyonu izleyemiyor, sokakta özgürce dolaşamıyor. Bir kobay olarak kullanılıp, Müslüman bir robot olarak yetiştiriliyor. Hasan Sabbah'ın haşhaşi fedailerinin bir başka türlüsü.
Fethullah Gülen böyle bir malzeme ile Müslümanların da bilim yapabileceğini ispatlamaya çalışıyormuş. Nafile gayret!
Çünkü hiç kimse Müslümanların, Müslüman dindarların bilim yapamayacağını iddia etmiyor ki... Matematik, fizik, kimya, biyoloji, pataloji, elektronik ve teknolojinin dini, Müslümanı, Hıristiyanı olmaz. Bilim adamı bir dine mensup olabilir elbette ama moleküler biyoloji alanında çalışıyor ise dininin öğretilerini bu alanda kullanamaz. Moleküler biyolojinin Müslümanı, Hıristiyanı olmaz.
Ancak, dünyanın dört bir yanında yaşayan İslamcı yobazların, bilimsel (fizik, kimya, biyoloji, uzay, jeoloji, vb.) doğruları Kuran ayetleriyle doğrulamak gayreti içinde oldukları da bilinen bir şey. Uzay yolcluğunun, gen ve DNA bilgilerinin bile Kitap'ta yeri (!) vardır. Zaten Kitap'ta yeri olmayanın dünya ve evrende yeri yoktur (!).
***
Bilim, laik bir ortamda, özgür ve eleştirel düşüncenin yaşayıp geliştiği yer ve parsellerde var olup gelişebilir. Cumhuriyet bu ortamı yaratmak tutkusuyla mümkün ve zorunlu yapıyı kurmak için savaşıyordu. Müslüman bir bilim adamı kuşkusuz dünyayı sarsacak bir buluş yapabilir. Bilimin ilkelerine uyduğu, izlediği ve geliştirdiği için buluş yapmıştır.
Fanusta Müslüman yobaz olarak yetiştirdiğiniz insan bırakın bilim yapmayı, uçkurunu bile bağlayamaz.