Bir çocukluk hastalığı: ‘Güncel’ olanın dayanılmaz hafifliği

Doğrudur; güncel olan daima acildir. Acil olduğu için de dayatmacıdır. Çünkü acil ihtiyaçtır ve sizi kuşatarak zorlar, ısrar eder ve mecbur bırakır. Çünkü günübirlik olduğu için çözümü de acildir.

Ne var ki, söz konusu olan eğer uzun vadeli kalıcı bir çıkış yolu, yeni bir gerçeklik ya da gelecek kurma vaadiyse günübirlik olan çoğu zaman yanıltıcı, yıkıcı sonuçlara yol açabilir.

Son günlerin kuru acil oy, acil para, acil çıkış vb. S.O.S sinyalleri tam da bu cinsten sayılmalı.

Türkiye, -sadece AKP iktidarı döneminde değil son otuz küsur yıllık süreçte- sadece fikri alanda değil başta siyaset, ideoloji, sanat kültür, ekonomi vb. alanlarda birçok anlamda bunun yıkıcı sonuçlarıyla baş edemez hale getirilerek güncel olanın tahakkümüne teslim edilmiş durumda.

AKP denilen heyula da zaten hem bunun sonucu hem de bu aciliyetin baş müsebbiplerinden.

Öyle bir güncel dönemden geçiyoruz ki belki bazen bir tür “fikir zenginliği” sayılması gereken “farklı düşünme” ile kurgulanmış bir siyasi çıkar için “bir fikre angaje” yoluyla bir “üst akıl” cephesine dahil olma arasındaki ayrımlar birbirine karışmış haldedir. Çünkü, hem “at izi it izine” karışmış hem de birçok anlamda bir “beka” sorunuyla karşı karşıya bırakılmış durumdayız.

Böylesi bir durumu usta bir ideolojik beyin yıkama ile “değişim” olarak adlandırmış olabilirsiniz. Ne var ki önünde sonunda geleceğiniz nihai yer sonuçta ancak burasıdır: sisteminiz çöker. Çünkü zaten baktığınız yer ve açı da, ideolojik ya da fiziki, ekonomik, kültürel argümanlarınız da hatta bizzat sizler de çoktan çökmüşsünüz demektir. Hatta neye nasıl dayanıyorsanız dayandıklarınızın altında kalmışsınızdır da farkında bile değilsinizdir.

Hele hele bu çöküşü bireysel haneniz de değil de toplumsal katmanlarda bir ulus devlet ya da bir yönetim biçimi olarak cumhuriyet bağlamında siyasi çöküş olarak yaşıyorsanız bunun bedelini sadece siz değil bütün bir ulus - toplum öder ki bunun sonuçları çok daha derin ve trajik gerçekleşir.

Bu yüzden tarih, zaferlerin tarihi olduğu kadar yanılgıların ve yenilgilerin de tarihidir.

Neredeyse yirmi yıla yakın bir zaman iktidarda olan partinin tepesindeki ismin son birkaç yıldır her sıkıştığında sürekli olarak “kandırıldık” açıklaması yapması neyin sonucudur sanıyorsunuz?

Her ne kadar kendisinden başka partisinden ve “yol arkadaşları”ndan bu yönde bir itiraf gelmese de durum değişmiyor aksine vahameti daha da derinleştirip iyice iflah olmaz hale getiriyor.

GELİYOR GELECEK OLAN

1990’lı yıllarla birlikte sağ ya da sol kılıklı bütün neoliberal küreselleşme projecileri yanıldılar.

2001’in ağzı sulanmış ne kadar siyasal İslamcı, BOP’çu, siyasi müneccim varsa yanıldılar.

2010’nun “Arap Baharı” şakşakçıları, köksüz gövdesiz yarı entelektüeller, sözde özgürlükçüler, düşünce adamları, gazeteciler, köşe yazarları, sözde akademisyenler, sözde sanat ve kültür yazarları, hatta sözde Atatürkçüler vd. hepsi de fena halde “yanıldılar”. Yanılmakla da kalmadılar, göz göre göre hepimizin önünde Türkiye’nin de bütün bir çağın da, geleceğimizin de içine ettiler.

Yanlış ata oynadılar ve kaybettiler. Fakat yine de bunu itiraf etmekten ısrarla kaçınıyorlar. Köşe bucak çöplüklerde kendilerini, bugüne kadar söylediklerini, yazdıklarını, yaptıklarını, günahlarını akıllarınca unutturmaya çalışıyorlar.

Fakat unutulmasın ki nerede, ne ve hangi pozisyonda olurlarsa olsunlar -ister en tepedeki ister en alttaki- sürekli ve temelden yanılanlar ya da kandırılanlar fena halde yenilirler ki zaten bütün bu çöküş emareleri de çoktan yenilmiş olduklarını gösteriyor.

En tepedeki isim de dahil bu yenilmiş olma durumunu en çok da kendileri hissediyorlar. Fakat ne yazık ki aslında ne olduğunu ve neyin geliyor olduğunu öngörmesi gereken sözde muhalif siyasi öncüler, aklı başındakiler durumu yeterince fark edemiyorlar. O yüzden de her ne kadar inanmıyor görünseler de anket şirketleri tarafından yaratılan kurgusal kaosa düşüp umutsuzluğa kapılıyorlar.

Oysa oy sayısı ya da başka bir dayatma ne olursa olsun yanılanlar ve yenilenler şu an sadece oksijen çadırında yaşayabilirler ki önümüzdeki seçimi hangi ittifak kazanırsa kazansın durum fazlaca değişmez. Her iki durumda da çöküşten çıkış sadece ertelenmiş olur, o kadar.

Ne yazık ki bazı durumların vahameti, aciliyeti, düşünsel, siyasal doğruların, öngörülerin, değerlerin anlamı, önemi ve vazgeçilmezliği ancak büyük krizlerden geçilip ağır bedeller ödendikten, acı tecrübeler yaşandıktan sonra anlaşılabiliyor ancak.

Her ne kadar, bir yandan güncel olanın dayanılmaz hafifliği her yanımızı sarmış olsa da öte yandan da yeniden yükselişe geçen yeni cumhuriyet ateşi biraz daha büyüyerek önümüzü aydınlatıyor!