Bir Cumhuriyet Sloganı GENÇLER ANADOLU’YA!..
Önümde siyah beyaz bir fotoğraf... Yıllar önce çekilmiş, yıl 1952 olmalı. Eskişehir’in yoksul köylerinden biri…
Köy enstitülerinden yetişen ilk ve tek olimpiyat şampiyonu öğretmen Ahmet Bilek, öğrencilerine, köy çocuklarına güreş öğretiyor. Ahmet, göğsü ay-yıldızlı ulusal takım eşofmanı sırtında, çocukların evlerinden getirdikleri küçük minderleri yan yana ekleyerek uydurma bir minder koymuş okul önüne. Öğrencilerin bacaklarındaki şort mu, don mu, belli olmayan giysi de uydurma. Eşleşmişler, mindere çıkmak için sıralarını bekliyorlar. Tekkolu, kafakolu, saltoyu öğretiyor öğretmenleri. Şortlar ve minder uydurma ama çocukların neşesi, öğretmenin mutluluğu çok sahici. Derslere, okula güreşi sokmuş bir öğretmen, geçmişte, Osmanlıda olacak şey değildi bu. Böyle bir okulda çocukların yüzü gülmez mi? Ziya Gökalp “Yeni Hayat” dediği çağdaş yaşama geçişte eğitimin nasıl olması gerektiği üzerinde de durur. “Tebessüm inkılabı”ndan söz eder yazılarında, geçmişin asık yüzlü, baskıya dayalı eğitimine karşı bir gülümseme devriminden söz eder.
Eğitimde “tebessüm inkılabı” fotoğraftaki köy enstitülü öğretmenin yaptığıdır. Şu vardır onu yetiştiren köy enstitülerinin müfredatında: Öğretmen köy topluluklarında geldiği yere neşe getirecek, ezik olmayacak. Spor yapan, güreş tutan çocuklar ezik olur mu hiç? Ahmet Bilek, belli ki öğrencileri arasından ileride şampiyonlar da yetişsin istiyor. Onlara, bir hayaliniz de bu olsun, diyor. Cumhuriyet döneminde okulun bir görevi de budur, ileride şampiyon olacak yetenekleri bulmak da var okulun görevleri arasında. Osmanlıda bu da yoktu. Ahmet Bilek’in önümdeki onlarca fotoğrafı içinde, en mutlu görüldüğü bu fotoğrafını Kızı Sevil gönderdi bana. Araştırmalarım nedeniyle elimden geçen yüzlerce siyah beyaz kareler içinde en çok bunu sevdim, anlamlı buldum, eğitimde tebessüm inkılabının fotoğrafı saydığım bu fotoğrafa bakıp durdum.
Köy enstitüleri, yani Cumhuriyet bunu da başarmış, Anadolu’nun ücra bir köyüne öğretmen olarak bir olimpiyat şampiyonu göndermiş.
Fotoğraf yalnız Ahmet Bilek ve güreş için soyunmuş köy çocuklarının fotoğrafı değil, Mütareke yıllarında ortaya atılan, uzun yıllar devam eden, köy enstitüleriyle yeni bir ivme kazanan “Gençler Anadolu’ya!..” sloganının da fotoğrafı… Bu söze uyan, Anadolu ülküsüyle yola çıkan gençleri Reşat Nuri’nin, Yakup Kadri’nin romanlarından biliyoruz. Daha sonraki yıllarda Gülten Dayıoğlu gibi yazarların kitaplarında bu slogan “Çocuklar Anadolu’ya!..” iletisiyle yer buldu. Mütareke yıllarından beri süregelen Anadolu ülküsü, köy davası unutulmak üzereyken, köy enstitüleriyle yeniden canlandı, hatta en güçlü neferlerini yetiştirdi.
Son olarak 68 Kuşağı’nda can bulan “Gençler Anadolu’ya!..” sloganı, 1980’lerde bitti.
Bu gün eğitim kurumlarımızda her türlü bilgiyi, beceriyi veriyoruz belki, ama “Gençler Anadolu’ya!..” sözündeki ereği, ülküyü kazandıramıyoruz. Bu gün gençlere veremediğimiz bir ülkünün fotoğrafıdır bakıp durduğum.
Ahmet Bilek’i yetiştiren köy enstitülerinin çekirdeğini, “sabanı” kılıçtan daha önemli bir fetih aracı gören, Cumhuriyet’i kurarken, “Biz köylü devletiyiz” diyen, “köy mektepleri” çalışmalarını başlatan Atatürk’ün düşüncelerinde görmek gerekir. Osmanlı dönemindeki reaya’nın, Tanzimat dönemindeki avam’ın yerini Cumhuriyet’le birlikte “halk” almıştır artık. Halk eğitilecek, reaya’dan, avam’dan farklı olacak. Sabanı tutan eller bilgili, bilinçli olacak. Nüfusun büyük bir çoğunluğunun yaşadığı köyü kalkındırma arayışları köy enstitüleriyle en doğru kurumlarını bulmuştu. Bu okullar, kalemi güçlü yazarlarla birlikte, üzerinde pek durulmasa da bileği güçlü şampiyonlar da yetiştiriyordu. Güreşi Kızılçullu’da öğrenen Ahmet Bilek’in yetişmesi bir rastlantı değil, köy enstitüsü düzeninin sonucuydu, Ahmet Bilek tek değildi, rastlantı da değildi. Hasan Ali Yücel, bakan olarak 1946 yılında Meclis’te yaptığı konuşmasında enstitülerde güreşe önem verildiğini belirtirken, Spor Genel Müdürü Mehmet Arkan 1948 yılında bir etkinlikteki konuşmasında güreşte büyük şampiyonlar çıkaracaklarını söylüyordu. Aynı yıllarda enstitülü gençlerin güreşlerini izleyen Yaşar Doğu, dört beş gencin adını vererek, onları kısa zamanda ulusal tıkımda göreceklerini muştulamıştı. Bu öngörüler doğru çıktı: 1950’li yıllarda beş kadar köy enstitülü genç ulusal güreş takımı kampına çağrıldı. Bunlardan üçü, Raif Akbulut, Ahmet Kozak, Ahmet Bilek defalarca Türkiye şampiyonu oldular. İki olimpik güreşçi çıktı içlerinden… Sonra 1960 Roma Olimpiyatları’nda Ahmet Bilek, spor tarihimizde hâlâ aşamadığımız büyük bir başarının kahramanlarından oldu, boynunda altın madalyayla dönen yedi altın adamdan biri de oydu.
Kim ne derse desin, Cumhuriyet kurumları üzerinde Halk Fırkasının programını hazırlayanlar arasında bulunan Ziya Gökalp’ın etkisinin önemli olduğuna inanırım. Köy enstitülerinde bile onun fikirlerinin izleri bulunabilir. CHP’nin ilkelerinden (altı ok) biri olarak bildiğimiz halkçılık da Gökalp’ın üzerine çok yazdığı konulardandı. Münevveri (aydını) ikiye ayırır Gökalp: 1. Havas 2. Güzideler… Havas dediği aydın tipi halktan kopuktur, halk kültüründen nasibini almamıştır. Halkın diline, folkloruna yabancıdır. Oysa güzideler dediği aydın tipi çağdaş bilimlerle halk kültürünü, geleneği, göreneği, halkın dilini kaynaştırır, uzlaştırır. Köy enstitülerinin yetiştirdiği aydın tipi bu öbektendir, yani Fakir Baykurt’lar, Mahmut Makal’lar, Talip Apaydın’lar, Ahmet Bilek’ler birer havas değil güzidedir. Köy enstitülerinde güreşe önem verilmesinin nedeni de budur, atalarımızdan, dip dedelerimizden gelen bir spordur güreş, düğünlerimizde çalgıcılar kadar pehlivanlar da aranır. Harman yerlerinde, çayırlarda bu sporla tanışan köy çocuğunun bu alanda başarılı olacağı enstitülerde bilinirdi. Nitekim kısa süre içinde bu okullardan beş genç ulusal güreş takımına çağrıldı, üçü defalarca Türkiye şampiyonlukları kazandı, ikisi olimpik oldu, biri olimpiyatlarda şampiyonluk kürsüsüne çıktı. Çok kısa zamanda oldu bütün bunlar, daha fazlasına izin vermediler.
Minderlerin ilk şampiyon öğretmenini, bir zamanlar güreş takımımızın nerdeyse tek okumuşu Ahmet Bilek’i el diyarlarına kaçırdık, değerini bilemedik; sporun “besin kadar” önemli olduğu bilincini Anadolu’ya yayma çabasındaki köy enstitülerinin değerini bilemediğimiz gibi.
Köy enstitülü bu tek olimpiyat şampiyonu 5 Ekim 1970’te ayrıldı aramızdan. Bir zamanlar onunla aynı mindere ter döktüğüm, önemli bir Cumhuriyet kurumunun eseri olan şampiyonumuzu saygıyla, özlemle anıyorum.
Onun yukarıdaki fotoğrafına baktıkça, “gençler Anadolu’ya” sloganını ben hep anımsayacağım.