Bir Dirhem Et...-(TAMAMI)

“İşçi göçü”, “beyin göçü”, derken, bunlara bir de 1960’lı yıllarda “bilek göçü” eklendi, ben böyle adlandırıyorum bu göçü. Dünya minderlerinde adımızı duyurmuş, bizi gururlandırmış çok büyük şampiyonlar katıldı bu göçe, en başta Ahmet Bilek’in adını anmalıyım, bu olayı adlandırırken de onun adından esinlendim. Ahmet Bilek’in Almanya’daki öyküsü acıklı bittiği için, bu bilek göçünde simge bir isimdir benim için. Onu ayrıca yazacağım. Almanya’ya giderken, “360 lira maaşla geçinemiyorum,” demişti.

Almanya’ya giden güreşçilere baktığımızda, Mehmet Kartal gibi bir iki kişi dışında, hemen hepsi grekoromenciydi. Bu sitilde güreşenler genellikle şehir çocuklarıdır, biraz daha mürekkep yalamış gibi görünürler, daha da önemlisi karakucak bilmezler, yağlı güreşlere katılmazlar. Mithat Bayrak, Kâzım Ayvaz, Müzahir Sille, Seyfi Özel, İlhan Topsakal, Fahrettin Çankaya, Metin Alakoç Türkiye’nin yetiştirdiği iyi grekoromencilerdi. Yazık ki bu göç olayı Türk spor tarihinin en parlak sayfasının yazıldığı 1960 Roma Olimpiyatları’ndan sonra, hâlâ aşılamamış bir başarının ardından başladı. Spor Toto’dan verilen görevlerle, polis örgütünün çabalarıyla şampiyonlar iş güç sahibi yapılmasalardı, gidenler daha da çok olabilirdi. Yağlı güreşi bilenlerin Almanya’yı tercih etmemelerinin bir nedeni de, öyle sanıyorum, bu geleneksel sporun hâlâ o yıllarda gözde olması, er meydanlarına çıkanlara bir şeyler kazandırıyor olmasıydı. Bu arada güreşçilerin lokanta sektörüne yönelmeleri de, büyük şampiyonların kendi yurtlarında kalmalarında sanırım etkili oldu. Onlara bu konuda örnek olan, ağabeylik yapan Kebapistan’ın sahibi Sadrettin Özden’dir. Duvarlarını şampiyonların fotoğraflarının süslediği, benim bildiğim ilk lokanta ( yıl 1963 olabilir) Kebap 49, Sıhhıye’de Eti Bank’ın karşısında açıldı. Necati Bey’de Ahmet Ayık’ın açtığı Ayık Piknik’in sahanda köftesi öğrencilik yıllarımda benim dışarıda yediğim yemeklerin başında gelirdi. Lokantalarda bira serbestti o yıllarda. Bu köfteyi öyle kuru kuru yemezdik. Sonra duvarlarını güreşçi fotoğraflarının süslediği lokantalar çoğaldı. Mahmut Atalay Ulus’ta Zincirli Cami’nin yanında ASPAVA’yı açtı. Aynı yıllarda gene Ulus’ta Cihan Palas’ın karşısında Tevfik Kış’ın arkadaşı Adil Güngör’le birlikte açtığı kebap salonu yolumuz düştükçe karnımızı doyurduğumuz yerlerdendi. İki kez dünya şampiyonu, bir kez olimpiyat şampiyonu olan Tevfik Kış hâlâ bu sektörün içindedir. Yıllar önce Ulus’taki yeri bıraktıktan sonra, Karanfil’le Yüksel Caddesi’nin kesiştiği köşede kendi adıyla açtığı yerde lokantacılığı sürdürüyor. Böyle bir işi olmasaydı, kim bilir belki o da Almanya yolcusu olacaktı. Kendisiyle bu lokantadaki söyleşilerimiz, şu günlerde bitecek olan elimdeki yeni bir kitaba esin kaynağı olmuştur. Son olarak sevgili arkadaşım Ahmet Telli’yle oturduk, buranın kebapları dışında, mantar çorbasını onun önerisiyle fark ettim.

Bir dirhem et bin ayıp örtermiş... Şampiyonların yurt dışına kaçtığı yıllarda, bu et lokantaları bir bakıma devletin spordaki ayıbını örttü.