Bir dünya yaratmak, ama nasıl?

Yaratıcılığın temel sanrısı bir dünya yaratabilmektir. Bu anlamda sanatçının/yaratıcının yolu acıdan geçer. Bunu hissetme, buna görme, bunu yaşama... Bir bakıma zaman ağrılarını çekme. Yolu buradan geçmeyen sanatçının yaratıcılığının yolu/yönü kapalı, hatta sığdır, yavandır. Öyle ki kendini tekrar, kendinden kopamama hali ve kendini her şeyin öznesi görme, acının perdelediği sığınakta kalma hali...
Oysa acıdan yola çıkan sanatçı yaratıcığıyla bunun getirdiği yıkımları görme/gösterme yolculuğunda bunu ortadan kaldırmanın aynasını tutar izleyenine, okuruna. Canetti’nin “Körleşme” romanında, Çehov’un “Altı No’lu Koğuş” öyküsünde yaptığı da budur. Flaubert’in “Duygusal Eğitim”de yaptığı da budur biraz; çağının/zamanının ağrıları onun yaratıcığının aynası olmuştur. Ruhundaki acının çığlığı yeni bir dile dönüşür anlatısında.

Böylece yaratıcı kendini aşkınlık durumuna taşır kurduğu dil, geliştirdiği söylemle.
Ama bunu var edebilmek için kendi yolunu/yönünü yaratabilmelidir sanatçı.
Tarkovski’nin filmlerini izleyip yazılarını okuyunca; işte bunu var edebilecek özgünlüğün ne olduğu/nerede/nasıl kurulabildiğini anlayabiliyorsunuz.
Ki, kendisi de bunun için şunları söylüyor:
“İki türlü sanatçı vardır: Kendi dünyalarını şekillendirenler ve gerçekliği yeniden üretenler. Hiç şüphesiz ben, birinci gruba dahilim. Ama bu, benim yarattığım dünyanın bazıları için ilginç olması, bazılarını ise etkilememesi ya da şaşırtması olgusunu da değiştirmez. Aynı şekilde bu, filmsel araçlarla yeniden üretilen bu dünyayı, ne olursa olsun, dolaysız yoldan sabitleştirilmiş anların nesnel olarak yeniden inşa edilmiş bir gerçeklik olarak algılama gerekliliğini de değiştirmez.” (*)

Yaşamsal “hakikat”ın varlığı bir anlatıcı için her durumda çıkış noktasıdır. Bu bir esin de olabilir veya herhangi bir durumun anlatımı/açıklanması/yansıtılmasını da içerebilir. Ama eğer burada siz anlatıcı olarak ne söylemek adına yola çıktığınızı bilirseniz, o esinlendiğiniz durum üzerine yeni bir şeyi dile getirmek için yol/yordam kurma bilgisi/bilincini de öne alacaksınızdır.
Kendi olmadan, başkası için ben olabilme yolunu gösteremezsiniz.
Tarkovski’nin ömrü boyunca yaptığı da işte çağının sanrısını hissedebilmek için kendini var etmek önce; okuyarak, izleyerek, araştırarak ve giderek...
Galiba bu da bizi “acı yaratıcıdır”, ya da şöyle diyelim yaratı acıdan doğar.
Evet, bir meseleniz yoksa yaratamazsınız. Yarattığınızı sandığınız da kolay tüketilen bir metadır aslında. Günümüzün sanal dünyasının perdelediği hayatlar eğer iyi bir yaratıcının gözlemevinde can bulursa, tutulan aynada zamanın ağrısını görmek mümkün. Yaşanan iklim krizi, göç, küresel ısınma, şiddet, suç, savaş, her türlü kirlenme... İşte size acının varolduğu iklimler...
Flaubert’i, Çehov’u, Canetti’yi, Tarkovski’yi buluşturan da insanlığın bu sürüklenişiydi.
Ne diyordu Rollo Moy; “sanatçılar, insanoğlunun süregelen kafa tutma gücünün taşıyıcılarıdır.”
Evet, şimdi buradan başlamalıyız.

(*) Mühürlenmiş Zaman, Andrey Tarkovski; Çev.: Füsun Ant, 1986, Ant Yay., 234 s.