Bir düşün peşinde
Her bir tarafı bilinmezliklerle kuşatılmış bir düşün peşinde koşmak, sanırım her şeyden önce biraz sabır ile serüvene açık çılgınlık ister. Sabır ile çılgınlığın örtüşüp bilgiyle yoğrulduğu her yerde mutlaka şans da kapıyı çalar. Derken düşleri gerçek yapan o bilinmeyen, bilinmesi pek de mümkün olmayan gerçeğin dağınık olan her bir parçası bir araya gelerek yitirdiğimiz bir değeri ortaya koyar. Bu uğraşa, ister serüvenlere açık çılgın bir insanın inadı, sabrı ve de merakı, ister rastlantıların belli bir amaca yönelik arkeolojik çalışması deyin. İkisi de doğrudur.
Ephemera ve eczacılığa ilgi duyanlar mutlaka Mert Sandalcı adını iyi bilirler. Dilimizdeki karşılığı kağıt arkeolojisi olan ephemera Grekçe bir sözcüktür. İlk önceleri ömürleri pek az olan sinekler için, sonra da aynı kısalığa sahip günlük gazeteler için kullanılmıştır. Yani bir çırpıda doğup ölenler, ya da ömürleri çok kısa sürenler için.
Günümüzde ise ephemera ya da kağıt arkeolojisi, para, pul ve tablonun dışında tüm kağıt ömrü kısa, kağıtlar için kullanılıyor. Aslında kağıt arkeolojisine girmeyenleri saymak girenleri saymaktan daha kolay. Biletlerden, kartpostallara, fotoğraflardan etiketlere dek binlerce karşılığı kağıt olan her bir şeyi kapsıyor.
Mert Sandalcı da sıkı bir kağıt arkeoloğu. Yani ephemerist. Eczacılık konusunda yaptığı ciltler dolusu kitapların içeriği, kağıt antikası dediğimiz koleksiyonculuğunun örneği. Yine yalnızca ülkemizde değil, dünyada örneği çok az bulunan-belki de olmayan- devasa 3 ciltlik İstanbullu kartpostal editörü Max Fruchtermann üzerine yaptığı kitaplar, gösterişli yanlarının ötesinde bir araya getirilmesi pek mümkün olmayan -ya da çok zor olan- binlerce belgeyi bir araya getirmesiyle çok önemli bir çalışma sayılıyor. Kitapta yer alan kartpostalların tek tek, hatırı sayılır bir servet ödenerek, uzun yıllar boyunca yalnızca ülkemizden değil dünyanın her bir köşesinden toplandığını da düşünülürse, bu çalışmanın ne denli önemli olduğu da kendiliğinden ortaya çıkmış oluyor.
Mert Sandalcı7nın doğasında var bilinmezliklerin peşinde koşup yitik bir pazılın tüm parçalarını bir araya getirmek. Yıllar önce de bulduğu birkaç fotoğrafla, hiç kimsenin bilmediği Kağıthane-Kemerburgaz- Çiftalan Demiryolu (1914-1916) çalışmasını yapmıştı. Hiçbir kitapta-ansiklopedide bilinmeyen, bilinmediği gibi hiçbir arşivde de belgeleri-fotoğrafları olmayan bir konunun kitabını yapmak yine her şeyden önce karşı konulmaz bir merakla bilgiyle örtüşmüş bir sabrı gerektiriyordu.
Sandalcı 1996’da peşine düştüğü, sonra da ince bir kitap yaparak yitirilmiş bir kent belleğini geri döndürdüğü Kağıthane-Kumburgaz arasındaki tren yolunun peşini bırakmaya pek niyetli görünmüyor. Şans mı, rastlantı mı, ya da çılgın bir koleksiyoncunun merakına lütufta bulunaün bir tanrının yardım elimi, ne derseniz deyin, yüzyıldır izine hiç rastlamayın, hiçbir literatürde yer almayan, hiçbir arşivde ve kütüphanede belgesi bulunmayan bu demiryoluna ait yüzlerce belge-fotoğraf şaşırtıcı bir şekilde yine Mert Sandalcıyı buluyor. O da yine, bildiği şeyi yayıp, yine aynı konuda bu kez devasa bir eser ortaya çıkarıyor.
Mert Sandalcı “100 Yıl Sonra Kayıp Bir Demiryolunun İzinde” giderken, Kağıthane Belediyesi de onu yalnız bırakmayıp bu eserin basımını üstlenmiş. Sanırım bu tür kitaplar yalnızca bir düşün gerçekleştirilerek kent belleğini zenginleşmesine değil, onun da ötesinde insanlara, sabırla kuşatılmış bir araştırma yapma ve yapabilme keyfini de aşılıyor.