Bir festival klasiği: Sansür
Festivallerin de tadı kaçtı. Ya da tadını kaçırdılar. Düne dek festivallerde hangi filmler büyük ödüle ulaşacak, ya da festivalin beklenmedik sürprizlerini hangi filmler yapacak gibisinden tatlı heyecanlar yaşanırken, bunların yerini artık, festivallerin coşkusuna ve de etkinliklerine gölge düşürecek olaylar aldı. Birkaç festivalde palyatif önlemlerle atlatılan, Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde su yüzüne çıkan, ama beceriksizce oluşturulmaya çalışılan önlemlerle domino etkisi yaratılıp provası yapılan, bildik tanıdık bir sorun, bu kez hiçbir değişikliğe uğramadan İstanbul Film Festivali’nde uygulamaya konularak karşımıza çıktı. Festivallerde artık yarışmaların, filmlerin ya da diğer etkinliklerin yerini; üzerinde en çok konuşulan, en çok tartışılan ve de en çok yazılıp çizilen, program dışı gösteriye dahil olan -daha doğrusu dahil edilmek istenen- SANSÜR aldı. Sansür festivallerle öylesine özleşti ki, eskinden Yeşilçam’da “Kitapsız ilim, Ahmet Tarık Tekçe’siz film olmaz” derlerdi, günümüzde de herhalde bunu, “eser işletme belgesiz film, sansürsüz festival olmaz” diye güncelleştirmemiz gerekecek.
GÖSTERE GÖSTERE OYNANAN BİR OYUN
Artık hangi filmlerin, nasıl bir gerekçe ile gösterimden men edileceğini kestirmek zor değil. Sanki, sonuçları önceden bilinen, göstere göstere oynanan bir oyun halini aldı bu durum. Bu oyunu kim ya da kimler, hangi amaçlara hizmet etmek için oynamış olurlarsa olsunlar, sonuçları hiç değişmiyor. Festivaller yara alıyor, aynı meslek grubundaki insanlar ikiye bölünüyor, kimileri boykot edip, kimileri devam diyor ve gündem değişiyor, Antalya’da öyle olurken, İstanbul’da böyle oluyor vs...
Ama bu bilinen oyunun, bilinen sonuçları düşünüldüğünde, bunun tek taraflı bir oyun görünümüne sokulması da pek doğru değil. Örneğin; kayıt-tescil ve eser işletme belgesi olmayan bir filmin gösterime sokulmayacağı gerçeği ile, bu belgelerin bir sansür aracı olarak kullanılması alışkanlığı birbirlerinden çok farklı konular. Birincisi bir zorunluluğu işaret ederken, ikincisi bir keyfiyete yol açıyor. Bu tür bir çelişkiyi yok etmek için, öncelikle kayıt-tescil ve eser işletme belgelerinin varlığı üzerine bir tartışmaya yapmak gerekir ki, bu tartışmanın yeri de festivaller değil, aksine tüm mesleki kuruluşların ortak bir platformda buluşarak bu konuda yapacakları çalışmalardadır. Hem bu eylemi yapmayacaksınız, hem de bunun keyfi bir şekilde kullanılmasından doğacak sonuçlara katlanamayacaksınız. Bu da bir başka yaman çelişki.
Kimi kişi ve kuruluşların herkesin ortak olduğu “sansürsüz bir sinema-sanat-kültürü” sloganı atarak, yalnızca festivallerde öne çıkıp gösteri yapma alışkanlığını elde etmesi sansürü önleyemeyeceği gibi festivallere de pek yararı dokunmaz.
Sinemayla ilgili tüm mesleki örgütler ortak bir platformda buluşarak, öncelikle kayıt-tescil ve eser işletme belgeleri konusunda çalışmalar yaparak sansür konusuyla savaşım vermek zorundadırlar. Yoksa her festivalde, bir filme takılarak sansürle mücadele edilmez. Tabii ki bu konuda yazıp çizenler sansür denen çağdışı bir kurumun tümüyle ortadan kalkmasını amaçlıyorlarsa.