Bir garip Afrika biblosu

Onu, bir on yıl kadar önce, Afrika’nın batısında yer alan Nijer’in başkenti Niamey’deki hayvanat bahçesinde satıcı olan küçük bir çocuktan almıştım... Birbirinin aynı idi. İkisini de aldım. Yaklaşık 10 cm boyunda kahverengi taş görünümlü ama kırılgan bir figürdü. Başını ellerinin arasına almış, ayaklarını uzatarak oturan, cinsiyetini ele vermeyen bir kişi. Basit ama sevimli. El emeğinden daha çok bir kalıptan üretilmişe benziyor. Kusursuz bir işçiliğe sahip. Fiyatı mı? Bugünün değerleriyle ölçüldüğünde sudan ucuz... Bir kaç dolar...

Biblo ya da bu küçük Afrika oyuncağının tek özelliği, hangi tarafından bakılırsa bakılsın birbirinden oldukça farklı görüntüler sunmasından kaynaklanıyor. En baskın görüntü ise ilk görüşte fark edilen başı elleri arasında olan kişi...

Bu baskın olan görüntü hem yanıltıyor, hem de diğer görüntülerin görünmesini büyük ölçüde gereksizlermiş gibi gizliyor, ya da onların görünür olmasını engelliyor.

Bibloya önden baktığınız zaman bir başka görüntü, arkadan, yandan, alttan ve de üsten baktığınız zamanlarda ise bir başka görüntüler. İnsan, hayvan ya da karışık, kimlikleri hemencecik fark edilmeyecek ya da bilerek bir şeylere benzetilmemesi için gayret edilmiş fantastik görüntüler.

Üniversitelerdeki görüntü okuma dersimde bunu öğrencilere verip elden ele dolaştırıyorum. Sonrasında da, bir süre ellerinde tutup baktıklarının ne olduğunu soruyorum. Yıllar boyu defalarca gösterdiğim bu biblonun öğrenciler tarafından yalnızca baskın olan görüntü ile isimlendirildiğine tanık oluyorum. Diğer görüntüleri ya görmüyorlar, ya da görme gereksinimini duymuyorlar.

Bu küçük biblodan/oyuncaktan bu denli ayrıntılı bir şekilde söz etmemin nedeni elbette ki küçük bir ücret karşılığında satın aldığım bir nesneye değer katıp, onu gizemli bir konuma sokmak değil. Amacım; yalnızca, yazılı ve görsel basında farklı olarak yorumlanan haber/olaylara ilişkin bir bakış açısını basit bir anolojik yaklaşımla açıklama isteği.

Haberciliğin olmazsa olmaz kurallarından biri habere yorum katmamak, bir diğeri ise bir haberi tek kaynaktan değil, farklı kaynaklardan yararlanarak sunmaktır. Günümüzde ise ne yazık ki, ister taraflı, ister tarafsız olarak tanımlansın çoğu görsel ve yazılı medyada bunun tam tersini yapılıyor.

Çoğu yayın gündeme taşınan olaylara kendisinin bulunduğu yerden bakmayı tercih ederken sorgulama, nesnel değerlendirme ve de farklı kaynaklardan teyit etme gibi gerekli hiç bir yöntemi kullanmıyor, kullanma gereği de duymuyor. Ancak, olaya, tıpkı sözü edilen bibloda olduğu gibi onu elinde çevirip farklı yönlerden baksa, bir başka görüntüleri de görecek, tek görüntünün yalnızca kendisinin gördüğünün değil, diğerlerinin de olduğunu fark edecektir.  Ama olmuyor. Yalnızca kendilerinin bulunduğu yerden görülenin doğru ve tek olduğuna inanılıp, onun yorumlamasının yapılması yanılgısına düşülüyor.

Nesnel bir haberin yazılıp/sunulmasının neredeyse sakıncalı bir durum olduğu, herkesin gazetecilikten dem vurup, en basit haber yazma yöntemlerinin bile, ya bilinmediği ya da işlerine gelindiği için ters yüz edildiği bir süreçten geçiyoruz. Bunun en somut örneklerini ne yazık ki hepimizi derinden üzen deprem bölgesinden verilen – ve verilmeye devam edilen-   haberlerde gördük. Tıpkı bu tür tek yönlü haberleri verenler/verdirenler gibi, bizler de onları pek fazla sorgulamadan tek yönlü izlemek zorunda kaldık.

Basının kendi denetim mekanizmaları tarafından denetlenip sorgulanmadığı, ya da sorgulanıp bir müeyyidesinin olmadığı, ekonomik açıdan desteklenerek güçlü olanların neredeyse “kafasına göre” takılıp her haberi, dilediği gibi, yalnızca kendisinin gördüğü yerden vermesi, bu alanın da tarafsızlık ilkelerini cömertçe kullanıp, aslında ne denli taraflı olduklarını ortaya koymaktadır.

Kısacası; sahipsiz yaşayamamanın onursuzluğunu bir türlü içimizden söküp atamıyoruz...