Bir İncirlik Üssü hikayesi

Uyandı savaş pilotu özel lojmanında, adı Jœ Don.
Dışarı baktı pencereden Co, gün ağarıyor,
Yeni yeni açılıyor üssü örten Çukurova sisi.
Fakat, canı sıkkın mı sıkkın, dün akşamdan beri,
Gece rüyasında gördüğünden değil iblisi,
Gizli görev emriyle uçacak yine sabahın körü.

Karısı Fidelia, uyuyor pisi pisi, arkası dönük,
Ev sıcak, kaymış üstünden ince pamuk pikesi.
Kahve makinesinden alırken fincanını Co,
Birden pencere camına yansıyan karısını gördü,
Serilmiş yatıyor pistte parçalanmış gövdesi.

Işığın yaptığı bilimsel şakayı düşündü pilot:
Ne müthiş bir yanılsama yaratıyor fizik yasası,
Maddenin ruhundan yansıyor gerçeklik.
Kadın, uykusunda döndü hafifçe öbür yanına,
Kopmuş kolu sis lambasının üstüne düştü şimdi,
Kan gibi dağıldı sisin içinde kırmızı gecelik.

Yudumlarken kahvesini, daldı gitti Jœ Don:
Biz hep saldırdık, yaktık yıktık, vurduk biz,
Amerika’nın bekası için hiç durmadan öldürdük!
Derken karısı bir kez daha döndü, huzursuz;
İncirlik pazarından alınan Çin ipeği külotu
Kızıl ikaz ışığı gibi yandı söndü pencere camında.

Kafasında bir soru var Co’nun, aydınlanması zor.
Çin’i düşünüyor: Basıp geçti adamlar bizi,
Üstelik saldırmadan, işgal etmeden hiçbir ulusu.
Nasıl da zenginleştiler tek bomba atmadan,
Şehirleri, evleri yıkmadan, hiçbir cana kıymadan!

Düşünüyor, boş fincanı bırakırken masaya:
Birazdan komşularını vursunlar diye,
Silah taşıyacak, terörist yuvası üç mağaraya.
Baktı bir daha camdan: Suç uçağı onu bekliyor,
Şaşırdı dönen radarın sakinliğine pilot,
Öptü kırmızı külotu, taktı kepini, çıktı kapıdan.