Bir İstanbul yolculuğu-(TAMAMI)

Yıllardır Kâmil Koç firmasıyla gelip giderim İstanbul’a, cep telefonumda yalnız bu firmanın adı yazılıdır. Artık İstanbul uzak bir yer değil Ankara’ya, çağrılı olduğum zamanlar biletimi almak isteyen dostlara uçak yerine çoğu zaman bu firmayı önermişimdir. Kâmil Koç, Cumhuriyet’le yaşıt bir kuruluştur, bunun ne anlama geldiğini Cumhuriyet sevgisiyle büyümüş bizler iyi biliriz, ama bu firmanın elemanları da bilmeli. İstanbul’a giderken, “Müşterilerinizi şuraya buraya kaçırıyorsunuz!” diyen bir hanım yolcunun feryadını işitmiştim. Yazık ki dönüşte benim yolculuğum da öfkeli bitti. Giderken de gelirken de, verilen ikramları yemek için açtığımız sehpaya benzer şey nerdeyse kucağımıza düştü, üstüne çay bardağını koyarsanız yanmamanız olası değil. Bacağımdaki tek pantolonu bir bardak çaya feda edemezdim, çaydan vazgeçtim. Dönüşte, 31 Ağustos tarihinde saat 10.30’da, herhalde dünyanın en rezil terminali olan Esenler’den hareket ettik. Burada bir de megafonlu çığırtkanlar türemiş. Esenler’in o it bağlasan durmayacak labirentlerinden güçlükle geçerek kurtulduk. Otobüsümüzde su dağıtan delikanlının çıplak parmakları elindeki bardakların içinde, eldiven yok. Benim solumda, dört numarada oturan yolcu, genci nazikçe uyardı, eldiven kullanmasını önerdi. Bu uyarıyı yapan beyefendi doğrusu hoşuma gitti, ben böyle şeyleri hemen söylemek yerine içine atanlardanım. Gene o kucağıma düşen sehpa yüzünden çay yerine suyu tercih ediyorum. AŞTİ’de indik, elimdeki iki bagaj fişini ilkin ben uzatıyorum bu işle görevli delikanlıya, kimse yok, ilk sıra benim. Bagajımın birini aldım, öteki biraz arkada olduğu için genç görevli uzanmak yerine,”Bekleyin sonra!” dedi. Üç kişi, beş kişi, on kişi geçti, bekliyorum. Yirmi kişi geçti bekliyorum. İki otobüsün arasında o sıkışık yerde yediğim omuzlar, yolu tıkıyorum diye işittiğim azarlar cabası. Keşke bagajın birini de vermeseydi, beklemem biraz daha kolay olurdu. Sonunda dayanamadım; “Kardeşim beni daha fazla bekletmeyin, valizimi müsaade edin ben alayım,” dedim, görünen valizimi almama da müsaade yok. Sonunda patladık tabii, şikâyet edeceğimi söyleyince de, “İstediğin yere şikâyet et!” gibi kaba ve saygısız sözlerle karşılaştım. Delikanlı işimi kolaylaştırmak için adını da söyledi. Demek ki şikâyetler hiç umursanmıyor burada. Sayın Kâmil Koç yetkilileri, benim işim çok kolay, bir başka firmaya geçiveririz, olur biter! Böylesi elemanlarla asıl sizin işiniz zor, Allah yardımcınız olsun!

Beylikdüzü’ndeydim iki gün, biraz ötesi Silivri, dostların kokusunu duydum, burnumun direği sızladı. Onlar için bir şeyler yazamadım. Çok yazıldı çizildi, ben farklı olarak ne yazabilirdim ki! Tuncay Özkan, Tuzluçayır çocuğu, ben Akdere’de büyüdüm, birbirine çok yakın iki gecekondu semti. Tuncay Özkan futbolu sever mi bilmiyorum, gecekonduların tozlu arsalarındaki futbolun tadı bir başkadır. Tiner kokusu gibi mi desem, bağlanırsınız o toza toprağa, topunuza, oyunlarınıza bulaşan o toprak kokusunu özlersiniz. Futbolu seviyorsa özlemiştir mutlaka. Ey CHP’liler, Silivri zindanlarını yaratanlarla aynı masaya oturarak ülkeye demokrasi getirebileceğinize inanıyor musunuz gerçekten?

Benim Cumhuriyet Pazar’da yayımlanan tek cümlelik esprilerimden birini (Utandırma Servisi adlı köşemde) onlar için yazmıştım:

İnsanlar neden içeride olduklarını anlayamıyorlarsa, neden dışarıda olduğumuzu anlamak da o ölçüde zorlaşır.