Bir kente veda etmek: ‘Belfast’

Kuzey İrlanda’nın ve İrlanda Cumhuriyet Ordusu-IRA’nın öyküsü, politik sinemaya bugüne dek yoğun malzeme vermiş durumda. Yüzyıllardır süren Katolik-Protestan- / IRA-İngiltere çatışması yalnızca politik sinema örneklerinde değil, romantik yapımlarda, macera-aksiyon filmlerinde ve komedilerde de sık sık karşımıza çıkıyor. İki gün önce açıklanan Oscar listesinde En İyi Film ve En İyi Yönetmen dâhil yedi dalda aday olduğunu gördüğümüz “Belfast” da bu geniş toplamın şimdilik son örneği.

“Sinema ve Shakespeare” denince akla ilk gelen isim olan Kenneth Branagh’ın yönettiği film 1969’da Belfast’ta bir sokağa, Katolik-Protestan savaşına ve o sokakta birlikte yaşamak isteyen insanların dünyasına götürüyor izleyiciyi. Olan bitene küçük bir çocuğun gözünden baktığımız “Belfast”, bir kenti, bir sokağı sevmenin kıvrımlarında çok yumuşak bir üslupla dolaşarak “kentler ve sinema” ilişkisine de çok iyi bir karşılık oluşturuyor. 1960 Belfast doğumlu büyük sanat ustası Branagh’ın kendi yaşam öyküsünden de izler taşıyan filmin Oscar macerasının nasıl sonuçlanacağı merak konusu ama Yardımcı Kadın Oyuncu dalında aday olan Judi Dench’in varlığı bile bu sevimli ve içli öyküye çok şey katıyor.

İRLANDALILAR NE İÇİN DOĞAR?

Pat O’Connor başrollerinde John Lynch ve Helen Mirren’in yer aldığı 1984 yapımı “Cal”de Kuzey İrlanda’da babasıyla birlikte Protestan mahallesinde yaşayan 19 yaşındaki delikanlı Cal’in öyküsünü anlatmıştı. Tek Katolik aile olarak çevreden gelen tehditlere alışmışlardır ama kötü olaylar beklemektedir onları. Çünkü aslında pek hevesli olmasa da Cal bir IRA eylemcisi olarak aranmaktadır. Birtakım olaylara karışmış ve başına iş açmıştır. Tıpkı Kuzey İrlanda gibi o da bir çembere kıstırılmıştır. Bir Protestan’la evli olan, yaşça kendisinden hayli büyük Katolik kadınla aşk yaşamaya başlar ve politik bağlantılarından kurtulmak ister. Bu sırada evleri yakılır. Eski militan arkadaşları da peşini bırakmamaktadır.

“Belfast”ı izleyince aklıma ilk gelen film “Cal” oldu. Gerçi “Belfast”ın her iki kesimin iç içe yaşadığı mahallesinde karşılıklı düşmanlık yok, tehdit asıl olarak dış kaynaklı ama mahalle ve aile içi gerçeklikler açısından iki filmin birbirine benzer yanları söz konusu. Jude Hill’in büyük başarıyla canlandırdığı dokuz yaşındaki küçük Buddy’nin, anne-babası, dedesi ve babaannesi, sınıf arkadaşları ve “çatışma”yla ilişkileri üzerinden akıp giden öykü, evinden uzakta Londra’da çalışmak zorunda olan marangoz baba ve ailenin geçim dertleri bakımından da dallanıp budaklanıyor. Ve tabii “İrlandalılar gitmek için doğar. Aksi halde dünyanın geri kalanında birahane olmazdı” repliğine de yansıyan biçimde göç olgusu da kalın bir damga vuruyor “Belfast”a.

Ve tabii akla gelen bir başka film de Alfonso Cuaran’ın Oscar’lı “Roma”sı… Geriye dönüp hatırlananlar, buğulu bir zaman kesitinden anılar, tutunmak, bağlanmak ve büyümek açısından hemen hemen aynı formülü kullanıyor iki film de.

SICAK VE DOKUNAKLI

Van Morrison imzalı gönül tellerini titreten bir müzik çalışmasının egemen olduğu, görüntü yönetmenliğinin alkışlanacak düzeyde bulunduğu, son derece duygusal, tüm çatışma ve kargaşaya rağmen neşe dozu gayet yerinde sımsıcak ve dokunaklı bir veda öyküsü anlatıyor Kenneth Branagh, büyük tutkusu tiyatroya bir kez daha selam çaktığı “Belfast”ta. Bir kente, bir sokağa, sevilen insanlara bağlanmak, başka yerde yapamayacağını hissetmek ama yine de veda etmek zorunda kalmak üzerine iyi bir film. Oscar yarışında şansı bol olsun.