Bir kez daha: 3 Kasım 2002

Gene eski defterlerden birini açacağım. Açmak zorundayım! Eski defterde açtığım sayfanın tarihi 27.10.2002. AKP’nin iktidara geldiği ilk seçimden 8 gün önce yayınlanmış bir yazı. Okuyalım, bakalım ne olacak?

***

[İşte açıkça yazıyorum: Türk halkının dehası diye bir deha tarzı olduğuna inanmam. Bütün halklar aşağı yukarı birbirine benzer. Mayasında tutuculuk, benmerkezcilik, açgözlülük ve çıkarcılık vardır. Bir seçmen, ne siyasal partilerden, ne de milletvekillerinden daha iyidir. Türk halkının dehası safsatasını duyduğum zaman aklıma La Fontaine’nin “Karga ile Tilki” öyküsü gelir: “Sesin ne güzel Karga Kardeş!” Tava gelen Karga gagasını açar ve peynir Tilki’nin önüne düşer.

Bu halk, 1960’larda, “Herkes emeğinin karşılığını alacak!” sloganıyla seçim meydanlarına çıkan Türkiye İşçi Partisi’ne (TİP’e) lâyık olduğu oyu vermedi. Çünkü köylüsünden memuruna, işçisinden işverenine herkes emeğine denk karşılığı değil, emeğinin kat kat fazlasını istiyordu. TİP 1970’te Kürt halkının varlığından söz eden kongre kararı nedeniyle kapatıldı. Parti 1975’te tekrar kurulduysa da bir varlık gösteremedi ve o tarihten sonra Türkiye bir daha huzur yüzü görmedi. TİP kapatılmasaydı, sağ partiler TİP’e tahammül edebilseler ve halk da TİP’in değerini bilseydi, PKK belâsını yaşamayan (yaşamamış, yaşamayacak olan) Türkiye, şu anda Avrupa Birliği’nin en saygın üyelerinden biriydi.

Türk halkının dehası 1965-1975 yılları arasında yeterince uyanık olamadığı için bunun bedelini ülke yıllardır ödemekte... Gene bezirgân ruhu ve kapkaççı mantığıyla harekete geçerek intikam almak için sandığa gidecek olursa, seçimin ertesi günü “Yandım Allah!” naraları atmaya başlayacaktır. Seçmenin seçim sandığında lümpenleşmesi korkunç bir şey.

***

Almanya’da hem SPD/Yeşiller koalisyonuna, Demokratik Sosyalist Parti PDS’ye oy verip hem de yeşil sermaye madrabazları tarafından soyulmaya göz yuman, Milli Görüş tarafından efsunlanan; Türkiye’de Milli Görüş Partilerinin ve kör muhafazakârlığın yörüngesinden çıkamayan bu halkın dâhi mi yoksa safların safı mı olduğuna karar vermek çok zor.

Ama şunu söyleyeyim: Bu seçim Türkiye Cumhuriyeti seçmeninin gireceği en önemli sınavdır. Bu seçimin sonuçları, Türkiye’nin Avrupa’daki ve dünyadaki yerine de karar verecek. Ama seçmenin bunun bilincinde olduğu kanısında değilim. Azıcık bilinç ve vicdanını da bir çuval una-bulgura, bir teneke margarine, bir şişe ayçiçeği yağına değiştirmesinden korkarım.

Bu yazıda parti adları da vermek isterdim ama veremem! Ancak, lümpen seçmen ruhunun ve zihinsel yapısının gösterdiği yığınsal tepki ve koyunsal yönelim karşısında çok kaygılandığımı, bu insanlık ayıbından utandığımı da söylemeliyim. Tepki nedeni ile biçimi arasında hiçbir mantıksal uyum ve tutarlılık bulunmayan, vaatler gerçek mi yoksa demagoji mi umursamayan, afyon yutmuş gibi yalpalayan seçmen kitlesi olur mu? Olur! Bu kitle 3 Kasım 2002 günü sandığa gidip Türkiye’nin kaderi için oy verecek!

Bu korkutuyor beni!

Seçim sandığında barbarlaşacak seçmen korkutuyor beni! Yalan-dolanı, hortum ve vurgunu umursamayan, etikçi görünüp ahlâkî değerlere burun kıvıran; yenilik, gençlik, denenmemişlik gibi saçma kategorileri kendisine rehber yapmış bir seçmen yığışımının vereceği karar korkutuyor beni!

Bir seçmen kitlesinin avantaya, bedavaya, emeksiz kazanca bunca düşkün oluşunun herhangi bir mazereti olamaz. Bu korkutuyor beni! İşte bu lümpen seçmen yığışımı bir kez daha seçim sandığına gidiyor.

Lümpeni varoşun eşanlamlısı olarak kullanmıyorum. Lümpen seçmen sadece varoşlarda değil her yerde, Etiler’de, Bebek ve Tarabya’da, Çankaya’da, Alsancak’ta, Pozcu’da...

Dilerim sonumuz hayırlı olur!] (Hürriyet Pazar, 27.10.2002; 100 Pazar Yazısı, Ümit Yayıncılık, 2004, s.55-57)

***

3 Kasım 2002 günü yapılan seçimde AKP iktidara geldi. Geldi ama hoş gelmedi, sefalar getirmedi. Ülkeyi bir cinnet cehennemine çevirdi. Ülkenin Cumhuriyet Saati’ni çekicin altında parçaladı. Meraktan değil, nefretten. Merak eden insan, arka kapağını açar, işleyişine bakar. Hafta tatilini Cuma günü yapmak, alaturka saat kullanmak, yazıyı sağdan sola yazmak, din yerine softa safsatalarını uygulamak isteyen bir meczup tıkır tıkır işleyen saati elbette çekiçle kırar.

Şimdi millet, saatten kalan parçaları bir araya getirip onarmak zorunda. Ama, ata yadigârı saati bir meczubun eline geçirmesine nasıl göz yumduklarını da saatin mirasçılarına mutlaka sormalıyız.

27.10.2002 tarihli yazının ilk cümlesini hiç değiştirmeden, bugün de tekrarlayabiliriz: “İşte açıkça yazıyorum: Türk halkının dehası diye bir deha tarzı olduğuna inanmam. Bütün halklar aşağı yukarı birbirine benzer. Mayasında tutuculuk, benmerkezcilik, açgözlülük ve çıkarcılık vardır. Bir seçmen, ne siyasal partilerden, ne de milletvekillerinden daha iyidir.”

Bu ülke insanlarının kaçta kaçı içinde dolar olan ayakkabı kutusu ister ya da istemez?

***

Eski yazıdan bir alıntı daha yapalım: “Bu halk, 1960’larda, ‘Herkes emeğinin karşılığını alacak!’ sloganıyla seçim meydanlarına çıkan Türkiye İşçi Partisi’ne (TİP’e) lâyık olduğu oyu vermedi. Çünkü köylüsünden memuruna, işçisinden işverenine herkes emeğine denk karşılığı değil, emeğinin kat kat fazlasını istiyordu.”

1965’ten bu yana, 50 yıldır, yarım yüzyıldır, yarım asırdır ne ve neler değişti bu kara yazgılı ülkede? Hiçbir şey! 50 yıl önce tarihin en adama benzer siyasal partisi TİP’e oy vermeyen insanlar, bugün, yalan, rüşvet ve hırsızlıktan rahatsız olmuyor.

Adı batasıca demokrasi, elli yıl önce, “iki adım ileri, bir adım geri”ye razı etmişti insanları. Elli yıl sonra “bir adım ileri, iki adım geri”ye çırak çıkartıyor!