Bir kez daha amirler ve abiler

Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık, TÜBİTAK’ta yeniden yapılandırmaya ilişkin, “Maalesef bu paralel yapının sızma noktasında en fazla sızma girişiminde bulunduğu kurumlardan bir tanesi. Bu konu ile biz de hassasiyet ile çalışıyoruz. Burada kesinlikle devletin güvenliği ile ilgili noktalarda devletin kendi hiyerarşisi içinde ‘amirden emir almayıp, kendi abisinden emir alan’ bir yaklaşımı asla kabul edemeyiz. Bu noktada yaptığımız tespitlerin gereğini yaparız” demiş. (Haberler .com, 26.2.2014)

***

Geçmiş ola!

Neden geçmiş ola? 1 Ekim 2006 günü Hürriyet gazetesinde yayımlanan “Demokrasinin Önündeki En Büyük Engel: Tarikatlar” başlıklı yazımı okuyalım:

***

[Üstat Abdülbaki Gölpınarlı ilk basımı 1969 yılında yapılan “100 Soruda Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatler”i (Gerçek Yayınevi) şöyle bitiriyordu: “Tarikatler kalkmıştır; fakat gene de yer yer, tarikatlerin bulunduğunu, tarikatçilerin faaliyetlerini duyuyor, öğreniyoruz. Bunu bir irfan yahut bir bilgi, bir inceleme ve eleştirme yapanların, bunu bir zevk ve neşe halinde yaşayan ve yaşatanların toplumumuza zararları değil, faydaları dokunur. Fakat şeyhliği, bir gericilik vesilesi, bir sömürme, bir nüfuz sağlayış aracı olarak yürütmek, inananları rüsuma, şekle bağlamak, onları ayrı bir sınıf haline getirip bağnazlaştırmak, şüphe yok ki zararlı bir şeydir.”

“Bizce tarikatler ve tasavvuf, bugün bir irfan zevkidir; devrini yaşamış, artık gönüllere mal olmuş, tarihe intikal etmiştir; son sözümüz ancak budur.”

***

Bir tarikat ehli olması nedeniyle, üstat Abdülbaki Gölpınarlı’nın kitabının son paragrafında, içten olduğu kanısında değilim. Gölpınarlı düzeyinde birinin 1969 yılında tarikatların çalışmalarından habersiz olduğuna inanmak saflık olur.

Ama tarikatların tehlikelerini haber vermekten de geri durmuyor. Fazla uzatmadan şunu yazacağım: Cumhuriyet’ten yana, Cumhuriyetçi olan bir tek Sünni tarikat bulamazsınız. Gelenekleri ve misyoner ilişkileri dolayısı ile Cumhuriyet karşıtıdırlar.

Cumhuriyet, geçmişte arada bir askıya alınmış da olsa demokrasiyi kurmayı ve yaşatmayı amaçlamıştır. Oysa tarikatlar için demokrasi bir küfürdür!

***

Nedense gizlenmek istenir ama çokpartili düzene geçtiğimizden bu yana cemaat ve tarikatların siyasetin göbeğinde yer aldığı biliniyor. 1950’den önce de CHP ve Cumhuriyet’e karşı muhalefet halindeydiler. Nakşibendiler, Nurcular, Süleymancılar ve Fethullahçılar politikanın içinde olacaklar da ötekiler olmayacak, olur mu?

Günümüzde tarikat ve cemaatler artık sadece inanç toplulukları değiller, aynı zamanda holding nitelikli sermaye grupları halinde örgütleniyorlar. Amaçları, demokrasinin olanaklarından yararlanarak toplumu kendi İslamcı anlayışlarına göre yeniden inşa etmek. Müslüman Kardeşler gibi paramiliter alana kaymaları da her an mümkün.

***

Ancak inanç olarak bir şeyhe tamamen teslim olmuş bir müridin özgür iradesi ile politik yönelim göstermesi de beklenemez. Çünkü tarikat ve cemaatlerin kendi yapıları demokrasiyi kabul etmeyen totaliter bir örgütlenme biçimi. Tarikat ve cemaatlerin kendi hiyerarşileri her türlü hiyerarşinin üzerinde. Bir devlet dairesinde evrak memuru olarak çalışan tarikat ileri geleninin görev yerindeki üstlerine, şeflerine, müdürlerine hükmettiği görülmemiş bir şey değil. Şeyhin başkan olduğu prototipi çağdaş demokrasi yıkamıyor.

Tarikat ve cemaatlerin egemen olduğu bir toplumda, siyasal yapı içinde gerçek demokrasinin yerleşmesi mümkün değil. Bu nedenle, sol partilerin cemaat ve tarikatlara karşın ve onlara karşı ve onlarla birlikte nasıl politika yapabileceklerini çok iyi düşünmeleri gerekiyor.

1978’den bu yana oy kullanmayan Alevilerin 16 Ağustos 2005’te yayınladıkları ortak deklarasyondan sonra önümüzdeki ilk seçimde oy kullanmaları bekleniyor. Aleviler kitle halinde oy kullanırlarsa Türkiye’de çok şey değişebilir.

Son olarak: İlk yazımda tarikatların, Sivil Toplum Örgütleriyle en küçük bir ilişkisi olmadığını yazmıştım. Önce Dernekler Yasası’na uygun, seçime dayalı demokratik dernek olmaları gerekmiyor mu? Tarikatları bir şeye benzetmek gerekirse, mafyalara benzetebiliriz.]

***

“Bir devlet dairesinde evrak memuru olarak çalışan tarikat ileri geleninin görev yerindeki üstlerine, şeflerine, müdürlerine hükmettiği görülmemiş bir şey değil. Şeyhin başkan olduğu prototipi çağdaş demokrasi yıkamıyor.”

Okuduğunuz cümle, 1 Ekim 2006 günü Hürriyet gazetesinde yayımlanmış. Sekiz yıl önce. AKP iktidarı bu durumu o tarihte bilmiyor muydu? Domuzuna biliyordu. Bana bu durumu anlatan arkadaşım, Fethullah cemaatinden söz etmişti. Ama ben bu ters ilişkinin bütün cemaatler ve tarikatlar için geçerli olduğunu bildiğim için “Tarikatlar” sözcüğünü tercih etmiştim. Fethullah cemaatinin yardımıyla TSK’yı çökertmeyi amaçlayan AKP, o dönemde her şeyin kendi denetimi altında olduğunu sanıyordu.

Evdeki pazarlık çarşıya uymadı.

Fakat dikkat! Tarikatçılığın TSK’da assubaylar arasında yaygın olduğu, tarikat hiyerarşisinde üst düzeyde bulunan assubaylara ve abilere subayların biat ve itaat ettikleri bilinir. Artık askeri disiplin hak getire!

***

Gülen cemaati, Nurculuktan türedi; Nurculuk Nakşibendilikten türedi; Nakşibendilik Sünnilikten türedi; Sünnilik İslamdan türedi.

Her biri yan kollar üretti ve türetti. Gülen cemaati, Nurculuk’un 13 alt kolundan biri. Dallar, alt kollar falan bu ıstakoz sepetinde en azından yüz ıstakoz vardır.

İslam’da bir Vatikan olmadığı, Mekke de Vatikan sayılmadığı için İslam’da hiyerarşik bir disiplin yoktur. Her cami, her hoca neredeyse bir derebeyidir.

İslam, mezhepleri, tarikatları, cemaatleri önünde sonunda siyasallaşır ve kıyamet o zaman kopar. Aralarından birinin iktidara gelmesiyle daha büyük kıyamet kopar.

Şu anda AKP’nin temsil ettiği kadim Nakşilik ile onun bir türevi olan Gülen cemaati boğuşmaktadır.