Bir kez daha ‘Makamın Değiştirim Gücü’

“Zamanın Ruhu” klişesinden nefret ederim. Kullananları da ciddiye almam.

Bazı sözcükler, deyimler ve deyişler vardır. Biri olur olmaz yerde kullanır, ardından “Panurge’ün koyunları” denize atlar. Başbakan’ın “Noktasında” maymuncuğu böyle, Fatih Terim’in “Adına”sı da böyle...

Birkaç yıldır da “Zamanın Ruhu” var. Felsefi bir deyim. Özel bir yazıda anlamını açıklarım. Ama medyahanede “Nabza göre şerbet” anlamında kullanılıyor.

2000’in başlarında R.T. Erdoğan’ın değiştiğine, ülkeyi demokratikleştireceğine inanmışlar. Şimdi, adamın gerçek yüzü ortaya çıkınca, iyice şaşırdılar. Şimdi gene zamanın ruhuna uygun yorumlar yapıyorlar.

Ben, 5 Mart 2000 tarihli Hürriyet Pazar’da “Makamın Değiştirim Gücü” diye bir yazı yayınlamışım. Onu okuyalım:

***

[IBS (International Business Service) Araştırma Şirketi’nin yaptığı anketten Cumhurbaşkanı olarak Süleyman Demirel çıkmış.

Ankette yer alan “Sizce Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in görev süresi uzatılsın mı?” sorusuna olumsuz yanıt verenlerin oranı %61,1. Ancak bu insanların kafalarında %5 oranını aşabilmiş herhangi bir somut aday yok.

Oysa, Süleyman Demirel’in görev süresinin uzatılmasını isteyenlerin oranı ile “Cumhurbaşkanı kim olmalı?” sorusuna “Süleyman Demirel olmalı” diyenlerin oranı aynı: %36,2.

Bu nedenle, anketten Süleyman Demirel’in çıktığını ileri sürüyorlar.

***

Ben burada, partilerin, parti liderlerinin bilinen tutumlarına, gazetelerde yayımlanan yorumlarına, “Anayasa değişse de Demirel aday olamaz!” diyenlerin görüşlerine değinmeyeceğim.

Benim niyetim başka: Cumhurbaşkanlığı makamının değiştirim gücünden söz edeceğim.

Önümüzde somut bir örnek var: Demirel.

Nereden bakarsanız bakın 12 Eylül öncesinin Başbakan Demirel’i ile Cumhurbaşkanı Demirel’in hiçbir ilişkisi yok. Birinci Demirel ikincisini sevmeyebilir, ikincisi de birincisini.

Yani Cumhurbaşkanı Demirel, Başbakan Demirel’e karşı!

Bu değişim neden?

Bunun yanıtı Demirel’in Çankaya’yı tanımlamasında saklı: “Burası Atatürk’ün evi, makamıdır!” Ya da bu doğrultuda bir cümle.

Bu cümleden anlaşıldığına göre cumhurbaşkanlığı görevinin özel bir konumu var. Zeki bir cumhurbaşkanı, Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren oluşmuş yazılı olmayan geleneklerle çelişmez, Türkiye Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanı, kendisini “insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı... demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” olarak tanımlayan bir cumhuriyetin cumhurbaşkanı olduğunun bilincinde olmalıdır.

Yoksa, altından kimsenin kalkamayacağı sorunlar çıkar. Bunun çok küçük bir örneğini Turgut Özal vermişti.

Anayasa’nın yaptığı tanımıyla Cumhuriyet ne aşırı sağdadır, ne aşırı soldadır, ne merkez sağdadır ne de merkezdedir; Anayasa’nın tanımladığı Cumhuriyet bu özellikleriyle evrensel merkez sol’dadır.

Demirel cumhurbaşkanı olunca Türkiye Cumhuriyeti’nin bu çok önemli ve geleneksel niteliğini kısa sürede kavramıştır. Cumhurbaşkanı olarak yaptığı “icraat” bunun kanıtı sayılabilir.

Süleyman Demirel’in cumhurbaşkanlığının uzatılmasını istemeyen politikacılar onu “bu nedenden dolayı” istemiyorlar. İsteyenler ise, bu gerçeği gördükleri için yeni bir serüvene girmek istemiyorlar.

Bu nedenledir ki her iki tarafın da kafasında bir başka somut aday yok!..

Fazilet Partisi durumun farkına vardığı, cumhurbaşkanlığı koltuğunun “üzerine oturan” kişiyi değiştirdiğini, dönüştürdüğünü gördüğü için, MHP, DYP ve ANAP’a işbirliği öneriyor. Bunun anlamı şu: “Gelin öyle bir cumhurbaşkanı seçelim ki ortanın soluna gitmemekte dirensin...”

Cumhurbaşkanı makamının dönüştürücü gücü ne derin devlet’e ne de derin toplum’a dayanıyor.

Cumhuriyet’in ruhuna dayanıyor!

Türkiye’yi yönetmek isteyenler bu gerçeğin bilincine vardıkları zaman ülkenin sorunları büyük ölçüde çözümlenmiş olacaktır.] (Pazar Yazıları, Gendaş, 2002, s.26-28)

***

Okuduğunuz yazı yayınlanalı, 13 yıl, 11 ay, 8 gün olmuş. Aradan geçen süre içinde Süleyman Demirel ikinci kez cumhurbaşkanı olamamış, hukukçu Ahmet Necdet Sezer cumhurbaşkanı olmuş. Onun ardından Abdullah Gül makama oturmuş.

Ahmet Necdet Sezer’in “makam koltuğu” tarafından değiştirilmeye, dönüştürülmeye gereksinimi yoktu, gördüğü eğitim ve öğretim kendisini o makama hazırlamıştı. Cumhuriyet’in Cumhurbaşkanı’nı somutlaştırdı. Artık bir mihenk taşı!

Gelelim Abdullah Gül’e: 1938’den sonra gelen Cumhurbaşkanları arasında o koltuğa en az yakışanı, o koltuğa hiç oturmaması gereken de Abdullah Gül!

Necip Fazıl Kısakürek’e 19 yaşında kutlama telgrafı çeken kişi ile arasında herhangi bir fark olduğu söylenemez. O yaşlarda öylesine “endoktrine” olmuş ki cumhurbaşkanlığı makam koltuğu onu hiç mi hiç değiştiremedi. Bu nedenle, Necip Fazıl’ın müridi Cumhuriyet’in cumhurbaşkanı olamadı, mürit olarak kaldı.

İki arkadaşıyla birlikte Necip Fazıl’a çektiği telgrafı okuyalım:

“Necip Fazıl Kısakürek’e...

İslam davasının zerre tavizsiz müdafii Üstadımıza İslam davasının agora meydanlarında sağırların kulağını patlatacak gür seslilikte aksiyoneri Büyük Doğu Gençliğinin ruh gıdası mecmuanızı tekrar çıkarışınızdan dolayı size minnettarlıklarımızı arzeder, hangi şartlar altında olursa olsun hal neyi icap ettirirse ettirsin yüzde yüz emrinizde olduğumuzu bildirir hürmetlerimizi sunarız. Yarın elbet bizim elbet bizimdir. Gün doğmuş gün batmış ebet bizimdir.

Mehmet Tekelioğlu, Abdullah Gül, Ahmet Taşcı” (http:/www.necipfazil.com/)

***

Bu nedenle, cumhurbaşkanı olduğundan bu yana bir kez olsun cumhuriyeti ve devrimlerini savunmadı. Başbakan’ın izinden gitti, AKP’nin fanatik üyesi olarak kaldı.

Peki, ne yaptı?

Zamanın Ruhu’na uygun davrandı. Ama bizim eski arkadaş onu pek beğeniyor...