Bir kez daha: Ne olacak bu demokrasinin hali?

“Bir kez daha” lokomotifine, hangarda avara duran bir vagon daha takıldı: “Ne Olacak Bu Demokrasinin Hali?” 12 yıl önce, Türkiye ve Almanya gözlem ve deneyimleriyle kaleme alınmış... O yıllarda yazılmış başka köşe yazılarının %99,99 tahtalı köyü boyladığı halde, bu yazı hâlâ taze ve turfanda!

***

[Seçmen nabzını tutmak için gittiğim Almanya’da tanıdığım bir üniversite öğretim görevlisini dinliyorum. Bir Türk, bir genç kadın. Şöyle diyor:

“Günümüz demokrasilerinde sinir bozucu bir durum söz konusu: Negatif oy. Bir parti iktidarı almasın diye o partiyi alt etmesi muhtemel bir partiye oy vermek. Ne var ki oy verdikleri partiden de ikna olmuş değiller. Böylece seçme hakkı, negatif seçim olarak ortaya çıkıyor insanlarda. Bu da çok rahatsız edici bir şey. Bir partiyi seçiyorsam o partinin programı için seçmeliyim, ilkeleri için seçmeliyim, temsil ettiği bir şey için seçmeliyim... Bir başka partiyi iktidara getirmemek için değil. Demokrasinin sonuna yaklaşmak olmasa bile demokrasinin sorgulanması gibi geliyor bu bana. Ben ‘negatif oy’ değil ‘pozitif oy’ kullanmak isterdim. Onayladığım, paylaştığım bir politika için oy kullanmak isterdim. Bu ne Türkiye’de ne de Almanya’da söz konusu. Galiba bütün dünyada böyle bu.”

***

Şu anda Boğaziçi Üniversitesi Mütercim-Tercümanlık Fakültesi’nde konuk olarak ders veren, Heidelberg Üniversitesi emekli Ordinaryüs Profesör Dr. Hans J. Vermeer, eylül başlarında Germersheim’da sohbet ederken, Alman siyasal partilerinin özelliklerini giderek yitirip birbirlerine benzemeye başladığından söz ediyordu: “Sosyal Demokratlar’ın politikalarını sosyal demokrat olarak nitelendirmek artık çok zor. Hıristiyan Demokratlar’ın Hıristiyanlıklarını da sorgulamak zorundayız. Partiler birbirlerini içeriyorlar artık. Bu da seçmeni kararsızlığa sürüklüyor.”

***

Birbirine benzeyen yıpranmış ve yorgun partiler arasında seçmen hangisini seçecek? Seçmenin eskisine oranla çok daha bilinçli seçici olması, duygularından çok kafasını kullanması gerekiyor.

Seçmen de yorgun. Zihinsel olmaktan çok duygusal bir yorgunluk bu. Birbirine benzeyen partiler ve politikacılar arasında ‘iki arada bir derede kalmış’ olan duygusal seçmenin bıkkınlığı seçme eylemini olumsuz etkiliyor. Öfkeli seçmen ya tepki oyu kullanıyor ya da giderek sandıktan uzaklaşıyor. Bilinçsiz basının pohpohlamasına bakmayın, ‘öfkeli seçmen’ demokrasi için dinamitten farksız. Artık her seçmenin kendisi için özel bir parti istediğini söylersek abartmış olmayız. Üstelik kimi ‘munkabız zevat’ bunun bir entellektüel seçkinlik olduğunu sanıyor. Oysa tam tersine hastalıklı bir ruhsal durum: Kendi kendinin bireysel partisi olmuş... tam anlamıyla egosantirik bir sapma.

Böyle bir seçmenin sağlıklı seçim yapmasından kuşku duyarım. Yap(a)mıyor zaten. Seçmenin mürekkep yalamışı ya sandığa gitmiyor ya da sandığa boş oy atacağını söylüyor. Ordinaryüs Profesör Hans J. Vermeer bu durumu ‘Seçmeme özgürlüğü’ olarak tanımlıyor.

Seçmenin avamına gelince: Avanta peşinde, her seçimde parti kapısı değiştiriyor. Üstelik bu beleşçi seçmen, seçim âlimleri tarafından ‘protestocu’ sıfatıyla taçlandırılıyor.

***

İrdelediğim üç durum arasında, kullananı mutsuz etse de, tatmin etmese de ‘negatif oy’u daha yararlı ve olumlu buluyorum. Türkiye gibi bir ülkede seçmeme özgürlüğünden yararlanmak sorumsuzlukla eş değerde. Bu noktada ‘boş oy’cu negatif özgürlüğün özgürlük olup olmadığını da tartışabiliriz. ‘Bu’ negatif özgürlük tam anlamıyla bir zihinsel tembellik ve konformist bir züppelik. Yani oy kullanmamanın öyle öğünülecek bir erdemi yok.

***

Bitirirken şunu da söylemeliyim: ‘Merkez’ afyonuyla giderek birbirine benzeyen partiler ve politikacılar, egosantirizme sığınan yorgun ve mağrur seçmen, boş vaitlerle kendinden geçen genç lümpen, hep birlikte demokrasinin mezarını kazıyorlar. Türkiye, bu arada, bu ‘yanlış seçmen’ yığışımı yüzünden Avrupa Birliği’ne giremez ve ardından yeni ve eski Türkî geleneklere uyarak kendisine bir ‘Ömür Boyu Başkan’ seçerse, ben hiç şaşırmam! ] (Hürriyet, 13.10.2002)

***

Bundan 12 yıl önce, “Armudun sapı, üzümün çöpü” diye her şeyden yakınan, negatif genç öğretim üyesinin, Gezi döneminde Almanya ve dünyada neler yaptığını, sürece uluslararası planda nasıl büyük katkılarda bulunduğunu yakından biliyorum. Dünya çapında bir dilbilimci entelektüel değil, artık bir anne! Almanya’da yaşıyor ama aklı “Gezi”de olan bir demokrasi ve özgürlük eylemcisi ve büyük bir olasılıkla önümüzdeki üç seçimde de “negatif oy” kullanacak.

Geçen süre içinde neler olmuştu?

AKP Tarikatı & Fethullah Cemaati’nin Türkiye Cumhuriyeti’nin başına ördüğü çorap birçok yerinden çalıya takıldı. Ülkenin kesik elektriği birileri tarafından etkili biçimde onarıldı. Müthiş bir iletişim kuruldu; “Gezi” ilk verici-dönüştürücü oldu.

Berkin’in ölümü ondan çok daha büyük bir verici-dönüştürücü motor oldu, olacak. Çünkü bu fidanın saçma ölümü ve hunharca öldürülmesi bir tohuma dönüştü. Özgürlük ve demokrasi rüzgârlarının kanatlarında bütün dünyaya yayılacak ve evrensel bir simge olacak. Artık bütün dünyada birçok çocuğa Berkin adı verilecek. Berkin’in hayaleti, Başyüce diktatörlüğünü tarumar edecek!

***

Youtube, Facebook gibi sosyal medya sitelerini kapatmayı düşünen Başyüce Erdoğan gene önünü ardını düşünmeden konuşuyor: “Dünya ne der? Kararlıyız. Bu milleti Youtube’a yedirmeyeceğiz. Atılması gereken adım neyse atacağız. Kapatılmaları dahil. Böyle özgürlük anlayışı olmaz... TÜBİTAK’ta kararlı adımlar attık. Temizleyeceğiz... Lamı cimi yok. Hesabını kararlı bir şekilde soracağız. İnlerine gireceğiz derken millet adına söylüyorum. Ama muhalefet de bizimle mücadele içine girmiyor. Onlar da hesabını verecek.” (Cumhuriyet, 7.3.2014)

Tam anlamıyla patalojik bir sayıklama, hezeyan ve sanrı hali: Demokratik bir ülkede bir Başbakan “Millet adına” konuşamaz, karar veremez. Millet adına ancak TBMM ve Yargı konuşabilir, karar verebilir.

Ve simge Berkin!