Bir kez daha: Oy vermeyecekmiş, vermezsen verme!

Biraz sonra okuyacağınız 22 Eylül 2002 tarihli yazıyı (Hürriyet) birkaç kez okuyun. Çevrenize de okutun. Yazıyı keşke bütün siyasetçiler, gazeteciler, yazarlar ve yazıcılar, akademisyenler de okuyabilse... Ve medyanın sözüm ona duayenleri de okuyup, 2002 yılının Eylül, Ekim aylarında yazdıklarıyla karşılaştırabilseler ve vicdan muhasebesi yapabilseler... 2002’den itibaren yapılan yanlışlıklar, belki, 2014’te tekrarlanmaz.

***

[5 Eylül 2002. Sabah. Bir televizyon kanalında gençlerle yapılan seçim röportajı yayınlanıyor. Ses alma makinemi televizyonun önüne koyuyorum:

“Oy kullanacağım için heyecanlıyım. Ancak önümdeki seçeneklere bakıp heyecanımı kaybediyorum.

Hangi partiye baksam tutarlı bir tarafları yok. Büyük ihtimal boş oy kullanacam.”

“Yani bakıyorum, yani yeni oluşumlara bakıyorum, yeni oluşumların hiçbiri yeni oluşum değil. Elli yıldır siyasette var olan kimseler. İthal bir bakan atadılar başımıza, ona da inanmıyorum. Genç düşünen beyin bence pek fazla yok Türkiye’de.”

“Önce düşünme sistemlerinin değişmesi lazım insanların. Bu siyaset yüzünden günüm de rezil oluyor diyebilirim. Hayatımı yaşayamıyorum, istediğim gibi hayaller kuramıyorum. Çünkü sürekli tedirginlik.”

“Türkiye’nin şartlarında oy hiçbir şey ifade etmiyor. Yani, çünkü doğduğumdan beri sürekli aynı insanları görmekten bıktım. Ya birkaç değişiklik hariç tabii. Yani oy hiçbir şey benim için.”

“Türkiye şartlarında ne oy ne başka bişi benim için fark etmiyor. Bilmiyorum, kime verip ne kullanıyım ki? Ne verecekler?”

“Ben hiç kimseye oy vereceğimi düşünmüyorum. Boş oy atacam heralde. Çünkü inanmıyorum hiç kimseye.”

***

Kadın spikerin sesi:

“İlk defa oy kullanacaklar için Bursa’da da, Eskişehir’de de durum farklı değil. Gençlerin en büyük korkusu işsizlik. Umutları yok ama istikrarlı bir hükümet ve eğitim sisteminin iyileştirilmesi en büyük dilekleri.”

***

Sadece gençlerde değil yetişkin seçmenlerde, hâttâ adları ‘kocaman’ gazete yazarlarında bile derin bir yanılsama var: Türkiye’yi bu hale yaşlı politikacılar, eski politikacılar getirdi. Bu nedenle eskilerin pabucu dama atılmalı yerlerine gençler gelmeli.

Genç politikacı ne demek? Sokaktan toplanan genç erkekler ve kızlar mı? Elbette değil. Batı ülkelerinde, gerçek politikacı bir siyasal partide 15-18 yaşlarında başlar politik çıraklığa. Bunun kalfalığı, genç-ustalığı vardır. Seçilme yaşı istediği kadar 25 olsun, gerçek politikacılar 30 yaşından itibaren seçilme adayı olurlar.

35 yaşında bakan olan yok mu? Var. Ama ender. Politikacı için ‘yaş’ bir yatırımdır.

Parti programı yenilenmeden bir politikacı kendi başına ‘yeni’lenemez. Bu nedenle yeni ve genç olan partilerin programlarıdır. Politikacıyı, yenisini yazmaya da zorlayan parti programıdır. Bunu birinin söylemesi gerekirdi ama şimdiye kadar kimse söylemedi.

***

Kimsenin söylememesi bir yana, kararsız olmak, kimseye oy vermemek, sandığa boş oy atmak sanki büyük bir entellektüel zenginlik gibi sunuldu. Oysa tam tersi: Tam anlamıyla zihinsel tembellik ve sorumsuzluk.

Yeni olan politikacının yüzü değildir, ağzından çıkan sözdür; ağzından çıkan sözün kaynağında duran parti ilkeleri ve programlarıdır, bir tür sözleşme önerisi anlamına gelen seçim bildirgesidir. Özellikle genç seçmen içinde bulunduğu lagarlıktan, tembellikten kurtulmak için en küçük çaba sarfetmiyor. Elbette programları okumuyor. Ama ‘Oy vermem!’ diyor. İktidarı beğenmiyorsan, duygularını değil aklını kendine rehber yapıp sana en yararlı olması gereken partiye oyunu verirsin. Bu da yetmez, oy verirken ülke dengelerini de gözeteceksin. Bunların hiçbirini yapmıyorsun. Tepinerek, ‘Vermem de vermem!’ diyorsun.

Vermezsen verme be birader!

***

Genç seçmenin, bugün Almanya’da ilk kez oy kullanacak olan Türk kökenli genç Alman seçmenden (başta sorumluluk olmak üzere) öğrenmesi gereken çok şey var.] (Hürriyet, 22 Eylül 2002)

***

AKP, bu yazı yayınlandıktan 41 gün sonra, 3 Kasım 2002 tarihinde yapılan seçimlerde, en yüksek oy oranını (%34,63’ü) alarak kazandı.

2007 yılında yapılan genel seçimlerde, daha öncesinde meydana gelen cumhurbaşkanlığı seçimleri tartışmaları ve 27 Nisan Bildirisi gibi tartışmaların ardından, %46.58’lik bir oy oranı ile Türkiye’nin 81 ilinin, Tunceli hariç 80’inden milletvekili çıkardı.

2011 genel seçimlerinde ise %49.90 oranında ve yaklaşık 21 buçuk milyon oy alarak 326 milletvekili çıkardı.

Tarihi boyunca girmiş olduğu üç genel seçimde de birinci parti olarak ipi birinci göğüsledi. Ayrıca Türkiye tarihinde girdiği üç seçimde de oyunu yükselterek iktidarda kalmayı başaran ilk parti oldu.

AKP’nin iktidara gelmesinde, oyunu artırarak orada kalmasında Fethullah Cemaati’nin oy ve organizatör olarak büyük payı vardır.

Bu ortaklık 28 Mart 2004 yerel yönetim seçimlerinde %42; 29 Mart 2009 yerel yönetim seçimlerinde %38 oranında oy aldı.

30 Mart 2014 günü, yani 5 gün sonra, Fethullah Cemaati ortaklığından yoksun AKP iktidarı üçüncü yerel seçimlere girecek.

Bu seçim, AKP’nin, Fethullah Cemaati’nin maddi ve manevi, taktik ve stratejik organizatörlüğünden yoksun olarak gireceği ilk seçim. Güzelim halk deyişiyle “Ak g.t, kara g.t” 30 Mart geçitinde belli olacak. O gün Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği oylanacak!

***

Bugün artık kimseye “Oy vermeyecekmiş, vermezsen verme!” diyemem. 22 Eylül 2002 günü bu hıyarlığı yaptım ve boyumun ölçüsünü aldım. Buna hakkım yok.

2002, 2004, 2007, 2009 ve 2011 seçimlerinde sandık başına gitmek zahmetine katlanmayan “zor beğenir kitle”ye de 30 Mart 2014 seçimini onurlandırmaları için yalvarıyorum. Git yüzde müzde düşünmeden kendi partin için oy ver! Ya da:

Bu seçimde “Negatif Oy” son derece önemli! Yani içine sinmese de AKP’yi tarihin çöplüğüne gönderecek parti için oy kullanmak!