Bir kez daha ‘Temel soru: Neden? Niçin?’

“Bir kez daha” fırınında ısıtıp şimdi masaya getirdiğim aş, 24 Nisan 2009 günü Hürriyet lokantasında servis edilmişti. Ağzında beş yıl önceden kalan tadı hatırlayan Serkan İ., aynı yemeği sofraya bir kez daha sunmamı istedi. Kendisini kıracak değiliz:

***

[Çocuklar gibi sormalıyız: Bu ne? Neden? Niçin?

“Bu ne?” sorusu nesnenin, olgunun tanımlanmasını, betimlenmesini (tasvir edilmesini) ister. “Neden? Niçin?” sorusu ise olguyu yorumlamamızı, çözümlememizi (analiz etmemizi) gerektirir.

Türkiye’nin son çeyrek yüzyıllık tarihine baktığımız zaman belli bir tarikat ya da cemaatin devlet kurumlarını, polisi, orduyu, eğitimi, yargıyı (sızarak) ele geçirmeye çalıştığını görürüz. Aynı şekilde, sanayi, finans ve ticaret dünyasına da egemen olmayı örgütlediği görülebilir.

Oysa ele geçirmek istediği bütün kuruluşlar kamusal ve anonimdir. Siyasi açıdan baktığımız zaman özel olarak hiçbir ideolojiye ait olmaması gerekir. Gerekir ama kapitalizm işlemleri bu bağlamda bir ülkenin, bir ulusun aleyhine kullanılabiliyor, kullanılıyor, kullanıldı.

Siyasetin dilinde buna fesat çevirmek (Komplo: la Conspiration) diyorlar.

***

Bir tarikat, bir cemaat, polisi ve yargıyı ele geçirip ne yapacak? Fesatın orta direği olan imam-hatip okullarıyla ilişki kurulursa bu sorunun cevabı kolayca bulunabilir! Bir tarikat, bir cemaat; okulları, eğitimi sistemini ele geçirerek ne yapacak? Sanayiyi, bankacılığı, finans ve ticareti ele geçirip de ne yapacak?

Demokrasilerde siyasi partiler, kendilerini, yönetimine geldikleri ülkenin sahipleri olarak değil, fakat kiracı olarak hissederler, böyle hissetmeleri gerekir. Seçim süreleri kira sözleşmesinin sınırlarını belirler.

Demokrasi ile yönetilen bir cumhuriyette anayasal siyasal partiler marifetiyle iktidara gelmek seçenek ve olanağı varken, bir gizli siyasal partiye dönüşen bir tarikat ve cemaatin, devlet ve toplum kurumlarını, sanayi, finans, medya ve ticaret kuruluşlarını ele geçirmek ya da bunların paralelini kurmak çabalarını nasıl açıklayacağız? Niçin? Neden?

Hele eylemlerini haram (yasaklanmış eylemler), vacip (zaruri eylemler) ve caiz (cevaz verilen eylemler) üçlemesine bağlaması gereken (!) tarikat ve cemaatlerin işlerinde bu üçlüyü tersyüz etmelerine “Makyavelizm”den başka ne diyeceğiz?

Cumhuriyet’in kurduğu laik kurumları ele geçirip de ne yapacaklar?

Bu sorunun cevabı biliniyor artık: Cumhuriyet kurumlarını laiklikten arındırıp haram, vacip ve caiz üçlemesinin eline teslim edecekler. Böyle bir niyet ve tutkuları yok ise bu yapılan işlerin anlamı ne? Sivil darbeden başka?

AKP sivil darbe yapmıyor ise bu fesata yardımcı oluyor. Ancak bu fesat başarıya ulaşırsa AKP’nin de kellesini alır. Mutlaka! Sudan örneği karşımızda duruyor.

***

Adam bana cemaatin lojistik üssü ABD’den e-posta göndermiş: “Ben de imam-hatip mezunuyum ama burada kanser araştırması yapıyorum” diyor. Demek ki yetenekli biriymiş! Ama yanlış: Klasik liseden mezun olup bu işleri yapsaydı daha iyi olmaz mıydı? Hiç olmazsa betimlediğim korkunç fesadın parçası olmazdı. Burada tarikatın amacı belli: Bütün okulları imam-hatip haline getirmek!

Biri de imam-hatipleri eleştirerek Allah’a karşı geldiğimi, cenazemi imamların kaldırmayacağını yazıyor. Böyle mailler aldıkça düşünür oldum: En iyisi gayri Müslim bir ülkede ölmek ve cesedimin yakılması; küllerimin yarısının Mersin-Narlıkuyu’ya, öteki yarısının da Farilya (Gündoğan) açıklarında denize savrulması.] (Özdemir İnce, Direnen Cumhuriyet, Destek Yayınları, s.126)

***

Beş yıl önce yayınlanan yazımı okudunuz. Ne düşünüyorsunuz? Türkiye ne düşünüyor? Yazı işlerinden çıkıp 15-20 dakikada bir yazı çırpıştıran munkabız köşemenler ne düşünüyor acaba? Başyüce R.T. ve yeteneksiz hayranları ne düşünüyor acaba?

Bakın ne demişim:

“Demokrasilerde siyasi partiler, kendilerini, yönetimine geldikleri ülkenin sahipleri olarak değil, fakat kiracı olarak hissederler, böyle hissetmeleri gerekir. Seçim süreleri kira sözleşmesinin sınırlarını belirler.”

Neden böyle demişim? Çünkü AKP’nin devleti ve cumhuriyeti çalarak zimmetine geçirmek istediğini, geçirdiğini 2002’den itibaren yazdığım için, 29 Mart 2009 yerel seçimlerinden birkaç hafta sonra kimi okurcuların ve millet denen illetin gözündeki merteğe bir tokmak vurmak istemişim.

Gözündeki merteği görmeyen dini dar millete “illet” denir.

Aynı dini dar illet milletin soyulmak suretiyle soyunmaktan nasıl cinsel zevk aldığını hayret içinde görmekteyiz.

***

Bakın ne demişim:

“Demokrasi ile yönetilen bir cumhuriyette anayasal siyasal partiler marifetiyle iktidara gelmek seçenek ve olanağı varken, bir gizli siyasal partiye dönüşen bir tarikat ve cemaatin, devlet ve toplum kurumlarını, sanayi, finans, medya ve ticaret kuruluşlarını ele geçirmek ya da bunların paralelini kurmak çabalarını nasıl açıklayacağız? Niçin? Neden?”

Hükümet de denen komplo üreticisinin Başyüce tarafından iftiharla sunduğu siyasi bulvar komedisinin adını taa 2009’da vermişim ve “Paralel” demişim.

Başyüce R.T. “Paralel” sözcüğünü kendi başına bulduysa, doğrusu aşk olsun! Eğer benden arakladıysa, 2009’dan bu yana neden uyudu?

Cemaatle birlikte aile döşekleri üzerinde birlikte yattığını bilenler var. O zaman uyumamış başka şeyler yapmışlardır ki neler yaptıkları 17&25 Aralık 2013 tarihlerinden bu yana Kasımpaşa düzlüklerinde sergilenmekte.

***

Cumhuriyet’e karşı yaptıkları Sivil Darbe, birbirlerine karşı yaptıkları Sefil darbeler yüzünden şimdilik duraladı.

Cumhuriyet’in bekçileri bunu çok iyi değerlendirecektir.

Önümüzdeki yerel seçimlerde en etkili oylar, “İllet” olmaktan vazgeçen millet parçasından gelecektir. Soyulma ey millet çırılçıplak soyunursun!

“Gençlik”in matah bir şey olmadığını anlayan gençler kendilerine bir toplumsal dayanışma bilinci bulacaktır.

Fakat, isterse öldürücü darbeyi, kimseyi beğenmeyen, oyunu Karun’un hazinesine değişmeyen, seçim sandığına gitmeyi zül sayan, sandığı eve getirseler de kapıyı açmayan, fantirifitton seçmen vuracaktır. Önemli olan yaralı parmağa işemeye karar vermesi...