Bir konser parasına….

Günlerdir Ankara Büyükşehir Belediyesinin bir (ya da üç) konsere harcadığı 70 küsur milyon konuşuluyor. Doğru ya da yanlış bilemem. Bildiğim tek şey ise sözü edilen paranın hiç de küçümsenmeyecek kadar büyük oluşu. Ayrıca belediyenin hangi siyasal partiye ait olduğu da pek önemli değil. Önemli olan bu paranın miktarı ve bu para ile yapılacak olan diğer işler…

Bugün, yani 2025’in eşiğindeki Türkiye Cumhuriyeti’nde sinema, tiyatro, heykel ya da plastik sanatlar, fotoğraf, arkeoloji vs üzerine yüksek lisans, doktora ve daha üstü bilimsel çalışmalar yapacakların gideceği hiçbir yer yok. Bugüne dek kimsenin aklına gelmemiş. Ve gelmemeye de devam ediyor.

Defalarca yazdım. Bir kez daha yinelemekte beis görmüyorum. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Prehistorya ve Arkeoloji Bölümü’nde eğitim görürken zamanımızın büyük bir kısmı okuldan çok Alman ya da Fransız Arkeoloji Enstitülerinde geçerdi. Çünkü seminer kitaplığımızda (maalesef bugün onlar da yok edildi) eğitim gördüğümüz derslerle ilgili olan kitaplar çok sınırlıydı. Derslerimizle ilgili Türkçe kitaplar ise hemen hemen hiç yoktu. Buna karşılık koskoca İstanbul’da arkeoloji kitaplarını satan yalnızca bir kitapçı vardı. O da bir öğrencinin sahip olamayacağı denli yüksek bir ücretle satılırdı. Bazı derslerin anlatılması (Yunan ve Roma sanatları) sekiz ya da on yıl sürüyordu. Bu derslere dört yılda hangi aşamasında katılırsanız o kadar not tutuyor ama sonuçta on yıldan da sorumlu oluyordunuz. O yıllar bu bölüm İstanbul Üniversitesi’nin koleji gibiydi, bir kısmı yabancı olan hocalarımızın her biri ise konularında uluslararası bir üne sahiptiler.

İş böyle olunca da okuldan çok yolumuz Alman ya da Fransız Arkeoloji Enstitülerine düşer, hocalarımızın her ders sonunda yazdırdığı bibliyografyadaki eserleri ancak oralarda bulabiliyorduk. Bir de Beyoğlu’nda bir bankanın duvarında tezgâh kurup değerli yabancı kitapları değerinin çok altında satan bir kişi vardı. Bazen ondan alıyor, ancak onun bu kitapları nereden edindiğini ne biz soruyorduk ne de o söylüyordu. Belli ki bu kitapların tümü sözünü ettiğim o tek kitapevinden çalıntıydı. Beyoğlu’nun ünlü Sander Kitapevi’nin sahibinin oğlu ile arkadaştım. Sonrasında bana bu kitap hırsızlarından neler çektiğini bir bir anlatmıştı. Çok utandım ama, alırken bunların çalıntı olduğunu bilmiyorduk… Ancak bilsek de ne fark ederdi ki…

“Düş Bahçeleri; İstanbul’un Yazlık Sinemalarının Tarihi” kitabımı hazırlarken bu konudaki Osmanlıca tiyatro ilanlarına hiçbir yerde ulaşamadım. Sonunda onların arşivini Japonya’daki bir üniversitenin arşivinde buldum… Peşinde koşunca bize ait olanların birçoğunu ne yazık ki ülkemizin dışındaki her bir yerde rahatlıkla bulmak mümkün oluyor. Hem seviniyor insan hem de kahroluyor…

Bu tür aranıp da bulunamayanlar listesini daha da uzatmak mümkün. Birçok araştırmanın başına gelmiştir. Sözü ettiğim konularda bugün de akademik çalışma yapacaklarının gideceği hiçbir yer yok. Birkaç tane var gibiydiler, onlara da el koyup yok ettik ve etmeye de devam ediyoruz.

Evet… Konserlere dönelim… Yaklaşık üç saat süren bir konsere harcanan parayla yukarda saydığım, örneğin; sinema, fotoğraf, tiyatro arşivlerinin üçü birden yapılabilirdi. Bir yanda üç saatlik bir konser, bir diğer yanda tüm dünyaya açılacak ve yıllar boyu sürecek üç adet bilgi ve belge merkezi… Üstelik aynı paraya… Ancak ne düşünen var ne de uygulayan… Üç saatlik bir neşeye kurban edilen onlarca, yüzlerce, binlerce çalışma vs… Akademik makalelerin nitelikleriyle nitelikleri malum…

Elbette ki konserlere karşı değilim… Onlar da olmalı… Ancak, üç saatlik bir keyfe, 200’ü aşkın üniversitelerimizden hiçbirinin sahip olmadığı, sahip olmak için de hiçbir çaba göstermediği binlerce akademisyenin yetişmesine katkı sağlayacak bilgi ve belge merkezlerinin bugüne dek oluşturulmaması da biraz garip, biraz umursamazlık, birazın da ötesinde acı değil mi?

Yine bir klasik sözle bitirelim. Belge olmayınca tarih de olmuyor, bellek de…