‘Bir Kuşak Bir Yol’ ve Batı Asya

Geçen hafta, emperyalist üslenme denkleminden bahsetmiş ve Rusların tek denizaşırı deniz üssü olan Tartus’un, geleceğin ABD üslerinden birine dönüşme riskini anlatmıştım. Asya denizlerini kontrolünde tutan emperyalist Batı ve işbirlikçileri için denizaşırı üslenme, “problemsiz, ama masraflı” bir meseledir.

Oysa, emperyalizmin yağma düzeninden kurtulmaya çalışan Doğu için denizaşırı üslenme, “mucizevi ve destansı” birer başarı öyküsü anlamına gelmektedir.

ABD’nin onlarca ülkede yüzlerce deniz üssü mevcut iken; Rusya’nın, Suriye’de diken üstünde duran Tartus’tan; Çin’in ise, emperyalist üsler ile dip dibe Cibuti’den başka denizaşırı deniz üssü, “henüz” mevcut değildir.

Jeo-ekonomik temelli “yumuşak güç” kurguları yapabilen Çin, 2015’te inşasına başladığı bu biricik denizaşırı deniz üssünü, 2017’de açabilmek için Cibuti’ye ekonomik yatırımlar yapmak ve krediler vermek zorunda kalmıştır. Nitekim, Cibuti’nin Çin’e olan borçlarının toplamı, gayrisafi millî hasılasının %70’i büyüklüğündedir.

Cibuti’de üslenme çabasındayken Çin, Yemen Denizi’nde görev yapan Yancheng isimli fırkateynini, onarım ihtiyacı bahanesiyle, 31 Aralık 2013’te, Kıbrıs’a göndererek Akdeniz’de varlık göstermeye başlamıştı.

4 Ocak 2014’te Limasol’daki havuz onarımını tamamlayan bu fırkateyn, Yemen Denizi’ne geri dönmüşse de, başka Çin savaş gemilerinin de Doğu Akdeniz’e çıkıp 25 Ocak 2014 ve 17-21 Mayıs 2015 tarihlerinde, Tartus sularında, Rus savaş gemileri ile –düşük ölçekli de olsa- ikili eğitim ve tatbikatlar yapması, Batı’yı tedirgin etmişti.

Akdeniz’deki Çin-Rus tatbikatlarının devamı beklenirken, aradan geçen 10 yıllık dönemde, tatbikatların arkası gelmedi. Bunun sebebi, 2017’de Çin’in Cibuti’deki, Rusya’nın da Tartus’taki üslenmesini garanti altına alması idi. Çin ve Rusya, “cılız” üslenme çabalarını Batı’yı tedirgin etmeden sürdürmeyi denemişlerdi.

Bana sorarsanız, Çin ve Rusya’nın bu pasif tutumları, diğer Asya devletlerini de atalete yönlendirmiştir. Neticede, Asyalıların Asya denizlerinde üslenerek kuvvetlerini birleştirmeyi ertelemeleri, jeopolitik rekabette geriye düşmek anlamına gelir. Nitekim, Asya tereddüt ederken, emperyalizm boş durmadı ve Tartus’un Doğulu kimliği riske girdi.

2017’de Suriye ile yaptığı antlaşma ile, 11 gemi kapasiteli, orta ölçekli bir deniz üssü olan Tartus’u, 49 yıllığına kullanım hakkını alan Rusya’nın bu imtiyazı koruyup koruyamayacağı, artık “flu” bir meseledir. Bu nedenle Tartus’u şimdilik öteleyip bu hafta, Kızıldeniz-Yemen Denizi bağlantısını, yani Babelmandep Boğazı’nı konuşalım.

BABELMANDEP BOĞAZI: JEOSTRATEJİK EŞİK

Cibuti’deki çok sayıda Batılı/Batıcı deniz üssü ile bir tanecik Doğulu deniz üssünün resmî amacı, “Yemen, Sudan ve Somali kaynaklı terör örgütleri ile mücadele etmek ve deniz haydutluğu olaylarını kaynağında önlemek” şeklinde ifade edilse de; rasyonel amacı, “Asya-Avrupa ana deniz ticaret yolunu kontrol etmek”ten başka bir şey değildir.

Yani, Asya-Avrupa deniz ticaret yolunu kullanan trafiği durdurma, yavaşlatma veya hızlandırma gücünü elde tutmak veya elde etmektir. Anlayacağınız, birbirine “deniz haydutluğu ve terörizmle mücadele” numarası çeken Batı/Batıcı Blok ile üretim gücünün ticaret yolları üzerinden kontrol edilmesinden yılmış olan Doğu Bloku arasında, Sudan, Cibuti, Yemen ve Somali kıyılarında, gittikçe sertleşen bir rekabet vardır.

Batı Asya Denizleri ile mücavir sahalarında üslenebilme veya üslenememe, Doğu’nun kritik eşiğidir. Son yıllarda, Somali sularına yerleşen Türkiye de bu sert jeopolitik rekabetin “tarafını henüz belli etmeyen” bir aktörü olmuştur.

Batı Asya Denizleri’ndeki bu yer kapma mücadelesinde, uluslararası kaideler bile pas geçilmektedir. Örneğin, Birleşik Arap Emirlikleri, Somali’nin ayrılıkçı eyaleti Somaliland’ı devlet olarak tanımadığı hâlde, Somali’den izin almaksızın Barbera’ya denizaşırı bir üs kurmuştu.

Benzer şekilde Somaliland ve parçalanmış Yemen yönetimleri ile görüşen Rusya ve Hindistan’ın da bu kritik su yolu üzerinde, her ne pahasına olursa olsun, deniz üssü arayışları sürmektedir.

Böylesi bir zeminde, Çin’in ilk defa Eylül 2013’te açıklayıp uygulamaya giriştiği “Bir Kuşak, Bir Yol (One Belt, One Road-OBOR)” Projesi, denizaşırı üslenme rekabetini etkileme potansiyeline sahiptir. Emperyalist Batı, bu projeyi duyar duymaz Çin’i “yayılmacılık” ile suçlamıştı.

Bana sorarsanız, Çin’in 8 trilyon dolarlık bu mega projeden beklentisi, Batı propagandalarındaki yayılmacılıkla hiçbir alakası olmadığı gibi, ekonomik yatırım amaçlı da değildir. Türkiye dâhil, Asya-Avrupa-Afrika’yı kapsayan ultra pahalı ulaştırma ağları ile “Bir Kuşak, Bir Yol” Projesi’nin rasyonel hedefi, Asya’nın “jeopolitik temelli” bütüncül güvenliğinin altyapısını hazırlamaktır. Özetleyeyim…

BİR KUŞAK BİR YOL: JEOPOLİTİK KİLİDİN ANAHTARI

“Bir Kuşak, Bir Yol”un “Bir Kuşak” bölümü, Çin’den Avrupa’ya uzanan ve Asya’nın içlerine bağlantı kuran kara ve demir yolu ağlarıdır. “Bir Yol” bölümü ise, bugün de vızır vızır işleyen, bildiğimiz “Asya-Avrupa Deniz Ticaret Yolu”dur. Kuşak olarak adlandırılan “kara koridoru”nun asıl amacı, pahalı olmasına rağmen, savaş ve gerginlik hâllerinde Asya’ya uygulanması muhtemel deniz ablukalarını, anakaranın içlerini kullanarak kırabilecek seçeneği oluşturmaktır.

Anlayacağınız Çin, Asya kıtasını doğu-batı yönünde kat edecek bir “kuşak” için pahalı, ama sürdürülebilir bir seçeneğe para harcamaktadır. Yine de “Çin’in taraf olduğu savaş hâlleri” dışında, bu kara koridorundan verimli bir sonuç beklemek, hata olacaktır.

Çünkü, düşük maliyetli deniz taşımacılığını bırakıp, yüksek maliyetli kara taşımacılığı yapmak akılcı değildir. Bu sebepten, projenin göreceli ucuz olan “Bir Yol” ağı, özellikle barış dönemlerinde, Asya devletlerini deniz ticaret yollarını Batı müdahalelerinden korumaya yönlendireceği için, “Bir Kuşağa” göre daha birleştiricidir.

“Bir Kuşak, Bir Yol”u Batı’ya karşı bir katalizör olarak kullanmak isteyen Çin’in, “askerî lojistik”, yani “silah ticaret” bağını da göz ardı etmesi, olası değildir. Örneğin; Çin, silah gereksiniminin %77’sini Rusya’dan, %8,2’sini ise Ukrayna’dan karşılamaktadır. Bu nedenle, Hollanda ve Almanya’ya giden “Kuzey Kuşağı”, Moskova ve Kiev’den geçer.

Anlayacağınız, “Bir Kuşak”ın asıl amacı, denizden kolayca ulaşılabilen Hollanda ve Almanya’ya değil, denizden ulaşımı bulunmayan “silah ticareti ortaklarına yol açmak”tır.

Benzer şekilde, son 5 yılda silah ithalatının %82’sini Çin’den yapan Pakistan’ın Gwadar Limanı, “Bir Yolu”n ana limanıdır. Aynı şekilde, son 5 yıllık silah ithalatlarında; Bangladeş, %72; Tayland, %44; Myanmar ise %26 oranında Çin’i tercih etmişlerdir. Sri Lanka, Mısır, Malezya, Kenya, Irak ve İran da Çin’den silah satın alan ülkeler, yani “silah ticareti ortakları” arasına girerek “Bir Yol”daki yerlerini garantilemişlerdir.

Çin’in yaptığı altyapı harcamaları göz önüne alındığında;

- Pakistan’daki Gwadar,

- Kamboçya’daki Koh Kong,

- Sri Lanka’daki Hambantota ve

- Mynmar’da Kyaukphyu Limanlarının “Bir Yol”un ana limanları olduğu açıktır. Satıcı-müşteri bağımlılığı üzerinden yürüyen “silah ticareti”ndeki birliktelik, kısa veya orta vadeli gelecekte, yukarıdaki limanların birer Çin deniz üssüne dönüştürülmelerini kolaylaştıracaktır.

ABD’nin yarı-kapalı deniz harekâtları yapabilecek bir deniz kuvvetine sahip olmak için uzun dönem planlamalar yaptığını ve kuvvet çoğunluğu ile Batı Asya denizlerinde konuşlanmayı hedeflediğini biliyoruz.

Bu durumda Çin’in, orta vadede Hint-Pasifik’e yerleşmekten, uzun vadede ise deniz kuvvetini jeopolitik kilidin tam içine, yani başta Doğu Akdeniz olmak üzere Batı Asya Denizleri’nde konuşlandırmaktan başka çaresi yoktur.

Sonuç olarak; Türkiye’yi “Bir Kuşak, Bir Yol” Projesi’nde görmek isteyen çoğu düşünürümüzün “başlarını kuma gömerek” görmezden geldikleri önemli bir eksiklik vardır: Türkiye, “Bir Kuşak Bir Yol”un aktörü olmak istiyorsa, Çin ile emperyalizmle mücadele zemininde buluşmalı; sonrasında ise, tereddütsüz olarak “savunma teknolojileri”, “silah ticareti” ve “denizaşırı üslenme” alanlarında işbirliği ve güçbirliği yapmak zorundadır…