Bir ölüm-bir gerçek

Bir haber: “Coğrafya öğretmenliğini bitirmesine rağmen atamasa yapılmayan 27 yaşındaki İbrahim Yeşilbağ intihar etti.”

Bu haberi çok az insan duydu. Çünkü haber değeri yoktu. Ataması yapılmayan öğretmenlerin intiharı yeni değildi. Yani insan köpeği henüz ısırmamıştı; köpek insanı ısırmayı ıslarla sürdürüyordu. Ayrıca bu ölüm, Türkiye üzerine yürütülen emperyalist savaş açısından kullanım değeri de taşımıyordu. Olsa olsa üçüncü sayfa heberiydi, orada da, Ali Ağaoğlu’nun sevgilisinin işe gittiği Lamgorghini markalı arabanın fotoğrafından ve birkaç mankenin poposundan yer kalmamıştı.

Yaşarken hayatının bir değeri olmayan öğretmenin ölüsünün, Ağaoğlu’nun sevgilisinin arabası kadar dahi değeri yoktu.

Aslında bu yeni bir ölüm tarifidir: Canlılar ve cansızlar; her şey, her şeyiyle, yaşam ve ölüm gerçeğinin içindedir. Uygarlık dediğimiz şey, en sonunda, insan yaşamına ve insan ölümüne verdiği değerle ölçülür. İnsan yaşamının değersizleşmesi, insan ölümünün değersizleşmesi bir anti-uygarlık tarifidir.

İnsanoğlu ölülerine saygı duymayı, anıları yaşatmayı öğrendiği zaman sevgiyi de keşfetti. Bu keşif, biyolojik olarak insan ölüsünü “leş” olmaktan çıkaran bir süreci de doğurdu. Bu açıdan sevgi ölümün armağanıdır. Yani insanoğlu ölüm gerçeğini içgüdüsel olandan, bilinç düzeyine çıkararak sevgiyi de içgüdüzel olandan çıkardı ve bilinçli bir sevgi ördü.

Sevgiyi yitiren toplumlar, yaşama ve ölüme saygıyı da yitiriyor. Tersi de geçerlidir: Yaşama ve ölüme saygıyı yitiren toplumlar sevgiyi de yitiriyor.

Bu bir sistem sorunudur. İnsanı ölüme mecbur bırakan düzen, insanlık göstergelerini terketmiş demektir. Sistemin hakim sınıfı milyonlarca insanın hayat tarzlarını, çıkarlarını ve kültürlerini kendi sınıfsal çıkarlarından ayıran hatları keskinleştirmek için devasa bir yoksulluk ve çaresizlik üretir. Çünkü sistemin efendilerin çıkarları toplumun çıkarlarıyla çelişmektedir. Bu çıkarlar arası hattın keskinleşmesi, hayatın her alanının ve toplumun emek gücünün sömürülmesini sorunsuz hale getirebilmek içindir.

Bu sömürüde en değersiz olan insan hayatıdır. Daha doğrusu, insan hayatının değeri sistemin efendilerinin genel çıkarlarına etkisiyle orantılıdır. Onun için İbrahim Yeşilbağın yaşamı bir değer taşımadığı gibi, ölümü de değersizdir.

Devrim dediğimiz şey en nihayetinden insan içindir, insan hayatını değerli kılmak içindir. İnsan hayatını değerli kılan devrim, ölümü yenmenin de formülüdür. Yani ölümü yenmek, insan yaşamına bugünden farklı bir gözle bakmak, insan yaşamının bütün serüvenini doyumsuz kılmak değil midir?

İnsanoğlu bir gün ölümü yenecektir.