Bir set işçisinin ölümü: Godzilla Selahattin

Onların aramızdan ayrılıp gitmeleri de, sinemada üstlendikleri görevleri gibi oluyor. Hiç fark etmiyorsunuz... Yaşadıkları gibi, sessiz sedasız, “eyvallah bile demeden çekip gidiveriyorlar. Geçtiğimiz günlerde yitirdiğimiz Godzilla Selahattin de, sinemamızın klasik deyimiyle o isimsiz, afişlere adı yazılmayan -her ne kadar kahraman derlerse de sakın inanmayın- o bilinen garibanlarından biriydi... Rivayet edilir ki, Beyoğlu’nun eski düş şatoları denen devasa loş salonlarının on dakika aralarında, gazoz ya da frigo satarak işe başlamış. Başlayış o başlayış. Derken Yeşilçam’ın yoksul ama mutlu emektarlarının bir arkatipi oluvermiş.Onun Godzillalığı ise yine bir rivayete göre Metin Erksan’dan gelirmiş. Hikayeye göre 1961 yılının bir ayında Erksan, Yenikapı’da Mahalle Arkadaşları filmini çekerken yolun ortasında film çekimine engel olan bir minibüs duruyormuş. Kaldırın bunu demiş Erksan. Bir de bakmış ki, bir değil, üç-beş adamın kaldıramayacağı minibüsü bizim gariban set işçisi Selahattin Geçgel bir çırpıda kaldırıp kenara koyuvermiş. Bu gücün karşısında şaşırıp kalan Metin Erksan “İnsan değil, Godzilla mübarek” deyivermiş. Ve o gün, bu gündür, Selahattin Geçgel’in sinema çevresindeki adı Godzilla Selahattin oluvermiş. Onu yakından tanıyanlar bilir, Çukurcuma’daki eski apartmanın bodrum katındaki anılar dükkanını. Gerçi bir dükkandan çok, her bir şeyin gelişi güzel atılıp yığıldığı bir depo, hatta kimilerine göre de bir çöp ev görünümünde bir yerdi. Gazete sayalarından oluşturulmuş bir albümün içine, dekupe edilerek gelişi-güzel yapıştırılmış eski sinema fotoğrafları, şişesi kırılmış gaz lambaları, paslanmış bir balta, ucu kırık bir bıçak ya da benzeri kesici bir alet, yırtılıp işlevini yitirmiş bir çanta, bavul ya da yırtık bir şemsiye, ya da bunlar gibi her biri unutulup tozların insafına sunulmuş, hiç kimse için hiçbir şey ifade etmeyen bir dizi işlevini yitirmiş nesne...Ama bizler için hiçbir şey ifade etmediği gibi, hijyenik nedenlerle mesafeli bir yaklaşımı ya da teması da kaçınılmaz kılan bu anlamsız, eski ve değersiz objeler, onun için sinemamızın bilinmeyen ve de yazılmayan, yazılması da pek mümkün olmayan o gayrı resmi tarihinin aslında yalnızca anılarla kuşatılmış ve üzerleri tozlandırılmış birer nostaljik tatlar içeren objeleri değil, onun da ötesinde kimi unutulmaz filmlerin birer yoksul sembolleriydiler. Ondan başka hiç kimse, ama hiç kimse bilmezdi onların ne olduğunu. Sonradan öğrendik, . Balta’nın Susuz Yaz’daki balta, kör bıçağın Yılanların Öcü’ndeki, bıçak, ya da o garip aletin Türk sinemasında ilk kez kullanılan sis makinesi olduğunu. Ya bir kenara atılıvermiş gibi duran buruşuk Samsun sigarasıyla kibritin sahibi? Onların da Yılmaz Güney’in sette unuttuğunu yine ondan öğrendik. Godzilla, bunların tümünü tek tek set işçiliği yaptığı filmlerden toplayıp bir araya getirmiş. Bir bakıma kendi sınırlı olanaklarıyla Yeşilçam’ın kendince anılarla kuşatılmış bir sığınağını kurmuş. Bu ortaya koyduğuna ister bir çöp ev, ister bir ıvır zıvır deposu, isterseniz de bir sinema sevdalısının bir ömür boyu, sinemanın ondan esirgediklerini topladığı nesneler yığınıyla bir teselliye, ya da kendisine atfettiği bir değere dönüştürmesi deyin. Sanırım şimdi çok uzaklarda olan onun da hepsi, ama hepsi, koşulsuz kabulüdür. Selahattin Geçgel, ya da nam-ı diğer Godzilla Selahattin; sinemanın çelme takıp düşürdüğü değil, aksine onun sinemaya çelme takarken düşüp takıldığı nice yitik sinema sevdalılardan biri, belki de adı konmamış bir mesleğin sembolü olmuştur. Ayrıca; üç yüz küsur filmdeki emeğini görmemezlikten gelip ıskaladığımızın bir ayıbıdır da bu yazı...