Bir sinemaya daha elveda mı?
Yıllardır aynı şeyi duyar olduk... Beyoğlu sineması kapandı kapanacak... Her sene değilse bile, iki yılda bir bu kapanma korkusunu yüklenen kara bulutlar, Beyoğlu’nun Cadde-i Kebir’deki Halep Pasajı içinde 28 yıllık geçmişi olan – kapanan diğer salonlara göre çiçeği halâ burnunda olan– bu salon üzerinde dolaşıp duruyor. Bu kez söylenti değil, gerçek galiba... Tarihi bile belli...
Sanırım bu sinema salonu için mucizeler beklemeye gerek yok... Öteden beri bitkisel bir yaşamın pençesinde kıvrandığı belli idi. Ama sesini kimselere duyuramadı. Ya da her kapanma durumunun gündeme geldiği günlerde, birkaç cılız karşı çıkış ya da alınır gibi gözüken palyatif tedbir dışında unutulup gitti.
SIRADA ÖBÜRLERİ VAR
Cadde-i Kebir’in günümüzdeki yazgısı böyle: Hem sinema etkinliklerinin bu caddede ya da çevresinde olması istenecek, hem bu etkinliklerin mekânları tek tek, acımasızca gözden çıkartılıp kapanmaya zorlanacak... Bir yaman çelişki...
Ya da sanıldığı, görüldüğü gibi değil bu işler... Acaba bu salonun kapanmaması için kaç kişi bu salonda film izleme gereğini duydu?.. Ya da son bir yıl içinde bu salona kaç kez uğradı? Bu sorulara içtenlikle verdiğimiz yanıtlar sonrasında, bu kapanıştan bizim de bu utanca ortak olduğumuz ortaya çıkmıyor mu?...
Sabit giderlerini karşılayamayacak duruma geldiğini söyleyerek kapanacağını açıklayan salonun durumu böyleyken, diğer komşuları olan yılların Atlas’ı ile Majistik ve de Yeşilçam sinemasının durumları çok mu farklı dersiniz? Onların da eli kulağında... Ama bereket versin ki üçünün sahipleri de, meslekleri sinema olduğundan, ziyanlarını bu alana beslediği sevgileriyle kapatmaya çalışıyor ya da kendilerini avutuyorlar... Onların geleceklerinin de pek parlak olmadığını iddia etmek sanırım karamsarlık sayılmaz.
HEPİMİZİN UTANCI
Yalnızca festival günlerinde anımsadığımız, ama daha sonrasında hiç uğramadığımız bu salonların yazgısını biraz da bizler çizmiyor muyuz? Yalnızca kapandıkları ya da kapanmaya ramak kaldığı zamanlarda mı bu salonları anımsayıp sözüm ona sahip çıkmaya çalışacağız? Bu ve buna benzer soruları daha çoğaltabiliriz. Ama hepsine verdiğimiz yanıtların içinde biraz da bizim ihmalkârlığımız, boş vermişliğimiz, bu ve benzeri salonları film izleme alışkanlıklarımızın mekânları içinden çıkarıp attığımızın utancı yok mu?
Saraylar, Lüksler, Rüyalar, Alkazarlar, Venüsler, Elhamralar, Yeni Melek, Lale ve Emekler... Hepsinin ardından, suçumuzu gizlemek için az ağıtlar yakmadık... Değişen ne oldu ki?
NEYİN PEŞİNDEYİZ?
Bizimkisi bir günah çıkartma, çaresizlik ya da teslim olmak hiç değil. Yalnızca, bu düş şatolarının yitip gitmeleri karşısında edilgin, sessiz ve tavırsız kalıp arkalarından ağıt yakma kolaylığını tercih ederek kimi yöneticileri suçlamanın peşine düşmemizdir. Ya da en azından bu mekânların kapanmasına göz yumanlar kadar da suçlu sayılmamızdır.
Biliyorum ki, yine birileri; o malum, romantik, utanmaz, uslanmaz ama yüzsüz birileri ortaya çıkıp yapay bir kahramanlık edasıyla, bu mekânın da kapanma mirasından pay almak isteyeceklerdir.
Bu birileri de kim mi? Hiç merak etmeyin, yakında, hem de pek yakında ortaya çıkarlar...
Onlar VARSA inanın bu sefer gerçekten ben YOKUM!