Bir Son Kişot’tu o: Giovanni Scognamillo

Giovanni Scognamillo... Çoğu kişinin adını bile telaffuz etmekte zorluk çektiği bu kişi Türk sinemasının öncü ya da ilk kuşağı olarak adlandırdığımız sinema eleştirmenlerinin son temsilcisiydi. Yani Salah Birsel’lerin, Tuncan Okan’ların, Semih Tuğrul, Tarık Dursun K., Rekin Teksoy, Nijat Özön ve de diğerlerinden oluşan ilk grubun takımındaydı. Tümü, sinema yazarlarının ikinci kuşağı olan bizlerin, yalnızca hocası değil, bir bakıma ağabeyleri, yol göstericileri, sinemanın bir panayır eğlencesi olarak tanımlandığı ve de algılandığı bir dönemde, bu sanatı ve eleştirmenliği ciddiye alarak bir meslek haline getirip bize miras bırakanlardı. Kısacası her biri sinemanın kitapsız ve de okulsuz olduğu dönemlerin hocaları ve öğretmenleriydi.

İstanbul’un orta yeri sinema

Cumartesi günü yitirdiğimiz Giovanni’ye yalnızca sinema eleştirmeni ya da sinema yazarı demek de pek doğru değildir. Bu yakıştırma onu tanımlamadığı gibi eksik bilgilenmeyi de beraberinde getirir. O, çok kültürlü ve çok dilli entelektüel yapısını sinemanın yanı sıra, vampirlerden fantastiğe, kent kültüründen tarihe, dünyanın gizli güçlerinden çizgi roman kahramanlarına dek geniş bir yelpazeye yayılı alanda üreterek ortaya koymaya çalıştı. Aynı zamanda bir levanten, kendi deyimiyle bir cadde-i kebir ya da Grand Rue de Pera çocuğu idi. Eskilerin Pera, sonrasının orta yeri sinema olan Beyoğlu’nda yaşamını tüketmiş, deyim yerindeyse günümüzde nesli tükenmeye yüz tutmuş bir İstanbul efendisiydi de.

Biyografisinde yer alan şu satırlar bile onun sinemayla ne denli içli dışlı olduğunu koymaya yeter: “25 Nisan 1929’da İstanbul’un Beyoğlu semtinde doğdu. Annesi İstanbullu bir Rum, babası da İstanbul doğumlu bir İtalyan’dı. Babası Leone Scognamillo, Beyoğlu’ndaki Elhamra Sineması’nın müdürüydü. Annesi ise sessiz dönemde ara yazıları döşeyip siyahbeyaz filmleri boyuyordu. Beyoğlu’nun en önemli sinemacıları Scognamillo ailesinin etrafındaydı. Elhamra’nın müdürü olan babasının dışında, eniştesi önce Kadıköy’deki Süreyya sonra da Atlas sinemasını yönetti. Aile dostları olan Fernando Franco Saray Sineması’nı, İpekçi Kardeşler Melek ve İpek Sinemaları’nı, Çangopulos ailesi ise Lüks Sineması’nı uzun süre idare etti.”

Çekirdekten sinemacı

Hem sinemanın orta yeri Beyoğlu’nda doğmak, hem de anadan babaya, amcadan akrabaya bir sinemacı ailenin içinde olmak onun daha küçük yaşlarda ne olacağını ortaya koymaya yetmişti.

Onunla ilk tanışıklığım ne zaman olmuştu, bilemiyorum. Kibar, nazik, mütevazı ve de bildiklerini başkalarıyla paylaşmaktan keyif alan bir kişiliğe sahipti. Aynı meslekte olup, benzer kulvarda koşanlar arasındaki kimi istenmeyen ya da arzu edilmeyen çatışmalar bizim aramızda da olmuş, ama her seferinde nezaket çizgisinin içinde kalarak dostlukların sürmesini sağlamıştı.

Giovanni yıllar yılı onca ağır hastalıklar geçirmesine karşın hep yazmaya, üretmeye devam etti. Geriye hiç tükenmeyecek bir miras, yani onlarca kitap bıraktı. Toprağı bol, ama çok bol olsun!

Not: Geçen hafta Adana Film Festivali’nin ön jürisince Kalandar Soğuğu’nun yarışmaya alınmadığından söz etmiştik. Ön jürideki bir dostum, bu alınmayışı filmin niteliğiyle değil de, şartnamedeki bir maddeye uygun olmayışıyla açıkladı. Keşke, filmim festivale alınmadı diye yakınanlar, şartnameyi dikkatlice okusalardı. Eh bu da festivale katılamayanların ayıbı... B.E.