Bir yangının ardından

NOTRE-Dame Katedrali’nin yanışı bana inanılmaz bir üzüntü verdi. Yapımı yüzyılları bulan, Orta Çağ’ın bu abidevi eserinin, yaklaşık dokuz yüzyıl sonra gözümüzün önünde yangınla tarumar olması, yok olmasına ramak kalması insanı kahrediyor. Notre-Dame akıp giden zamana direndiği ölçüde güzelleşen, gotik sanatın öncülerinden biri olarak ölümsüzleşen ender varlıklardan biri şüphesiz. Benim için ama bir romanın, hüzünlü ve orantısız bir aşkın görkemli bir sığınağını temsil ediyor. Victor Hugo’nun Notre-Dame de Paris romanı, katedralde yaşayan kamburun trajik aşk hikayesi üzerinden bize engelli olmanın çağlar boyunca değişmeyen trajedisini göstermesi bakımından benim çok sevip önemsediğim bir roman. Engelli bir kişinin dünyalar güzeli bir kadına karşı duyduğu -ama kadının mutluluğu için feda ettiği hatta uğruna ölümü göze aldığı- umutsuz aşkı, aşkın, sevginin insanın fiziksel durumunun ötesindeki tamamen insani halinin mükemmel bir tarifi...
Sevgi engel tanımıyor, vücudunun şekli nasıl olursa olsun, karşı tarafa nasıl görünürse görünsün, kalbine dokunan sevgi damlacıkları yamuk yumuk vücudunu unutturuyor ve hayatını katedralin kasvetli çan kulesinde sürdüren, sırf kamburu nedeniyle insanların korkarak, tiksintiyle, nefretle ve acıyarak baktığı zangoç Quasimodo şefkatli Esmeralda’ya duyduğu aşkla yüceliyor ve bize aşkın sadece güzelliğe değil ama belki de daha çok iyiliğe dair bir şey olduğunu hatırlatıyor. Korkunç yangının ardından, binanın yapılışı, sanatsal anlayışa katkısı ve tarihsel önemine dair bir sürü yazı okudum. Hatta bu yangından önemli politik sonuçlar çıkaranlar bile gördüm. Ama tuhaftır ki binanın en güzel sözlü tasvirini yapan, adeta onu kelimeler dünyasında yeniden yaratan ve ebediyen yaşatacak olan romana dair pek bir şey göremedim. Toplumsal yargının temel güç unsurlarını temsil eden rahip ve yüzbaşının aşkının karşısında bir kamburun, bir ‘zavallının’, bir çirkinlik timsalinin aşkını yücelten roman bir insanlık dersi niteliğinde. Yangınlarda kül olan insanlığımızı hep akılda tutmak için Hugo’yu hep başucumuzda tutmakta fayda var.

OTİZM
Her yıl ülkemizde 2 Nisan tarihi Otizm Farkındalık Günü olarak kutlanıyor. Otizm ağır bir zihinsel engellilik sorunu olmakla birlikte, otistik bireylerin aile, hekim ve okul üçgeninde sağlanacak koordinasyonla, doğru bir bakım, eğitim ve rehabilitasyon çalışması sonucu diğer bireylerle ortak hayatı paylaşmaları ve hatta lisans eğitimi bile almaları mümkün olmaktadır. Erken tanı ve çok dikkatli ve sabırlı bir eğitim süreci anne ve babanın hayatlarının en zor fakat en anlamlı bölümünü oluşturacaktır. Otistik çocukları hayata kazandırmaktaki başarı oranını büyütmek -ya da yerinde olduğu gibi kalmasına neden olmak- eğitim ve sağlık yetkililerinin konuya ne kadar ciddi yaklaştıkları ile ilgili bir durum. Otistik çocuğu olan aileler büyük bir uzman rehberlik sıkıntısı yaşıyor. Devletin büyük ölçüde bu alandan çekilmesi ve bu alanı özel sektöre bırakması büyük bir boşluk meydana getirmekte ve ailelere bu para tezgahının içinde büyük sıkıntı yaşatmaktadır. Devletin otistik çocukları olan ailelere erişmesi ve ihtiyacı olanlara yardım etmesi devlet olmanın gereğidir. Sadece hatırlatmak istedim.