Bırak onu Gülcan, paramız yok artık!
Türkiye hayatta! İstanbul, Ankara; Anadolu’daki tüm şehirler öylece yerli yerinde duruyor. Tarlalar, iklim krizine rağmen hepimizi beslemeye yetecek kadar ürün veriyor. Fabrikalar harıl harıl çalışıyor. Marketler ağzına kadar alamadığımız yiyeceklerle dolu. AVM’lerde markalar birbiriyle yarışıyor. Pazarlarda sebzeler, meyveler çeşit çeşit, bir bolluk bir bolluk…
Ama yoksuluz biz! Kaşları düşmüş, yüzü ağlamaklı Küçük Emrah’ın “Boynu Bükükler” filminde, kardeşi Gülcan’a dediği gibi “Bırak onu Gülcan, paramız yok artık!” İyi de bizi yoksullaştıracak ne oldu? Bir çekirge sürüsü ürünlerimizin dibine darı ekmedi! Sonu gelmeyen bir savaşın içinde değiliz! Tüm kaynaklarımızı yok eden soğuk savaş yaşamadık! Ülkemizde atom bombası patlamadı. Deprem felaketinden sonra bile iyi kötü toparlanmayı bildik.
Her Gün Birtakım Adamlar Çıkıyor, Yine Birtakım Sayıların Değiştiğinden Bahsediyor.
Dediklerine göre eskiden yüksek olan rakamlar düşmüş, düşenler de artmış! Ekonomik sistemin işleyişinden anlamıyor olabilirim. Atalarımızdan bize miras kalan bu nadide rakamları kabul etmesek olmuyor mu? Bu yaklaşımım ekonomistleri güldürüyor olabilir.
Birer sembolden ibaret olan bu rakamların düşüşü ya da artışı bizi yoksullaştıran şey olamaz! Bu kabahatli rakamların artmasına ya da düşmesine neden olan şey neyse, herhalde bizi yoksullaştıran da o! Covid salgınından sonraki sürecin sonucu mu bu kriz yoksa sık sık söylenildiği gibi dış güçlerin baskısı mı? Uzmanlar hararetli hararetli tartışıyor. Bir şey olduğu kesin ama her kafadan başka bir ses çıkması tuhaf! Herkes farklı bir neden ileri sürüyor. Net oldukları tek şey alım gücümüzün her geçen gün azaldığı!
Zam üstüne zam… Devlet kontrolü kaybetmiş. Denetim yetersiz. Geçen hafta İstiklal Caddesi’nde eşimle dondurma yiyelim dedik. Bir külah dondurma ne kadar olabilir ki? Fiyatını sormadan iki külah, toplam dört top dondurma istedik. 500 TL’ye mal oldu bize. Alın size serbest piyasa ekonomisi!
Dünyanın En Yaratıcı, Görkemli Kurgusu “Para.”
Bırakalım romanları, filmleri… Paranın gerçeği etkilemekteki gücüyle hangi roman ya da film baş edebilir? Bu rakamların değerini belirleyen, topyekûn insanlık. Sistemi yürüten buna kolektif biçimde inanmış olmamız. Somut olarak para ortadan kalkmak üzere. Kâğıdı temsil eden rakamlar, artık eskisinden de güçlü. Mutlak soyutlanmanın hâkim olduğu bir ekonomide kavramakta zorlandığımız terimlerle, bunların sorunlarıyla baş etmeye çalışıyoruz.
Ne yapalım? Kabullenelim mi bu durumu? Platon’un mağara teorisini bilirsiniz. Karanlık bir mağarada yaşayan insanlar; sürekli duvardaki gölgelere bakmaktadır. Mağara duvarında gördüklerinden başka görülecek bir şey olmadığını düşünmektedirler.
Bir gün içlerinden biri dışarı çıkma cesaretini gösterir. Dışarıda ağaçlar, çiçekler, dağlar, ovalar, güneş; alışık olduğu gölgelere hiç benzemeyen başka şeyler vardır. Şaşkınlıkla arkadaşlarının yanına döner. “Yaşadığımız yer, aslında bir mağara. Bu mağaranın dışında her şey buradakinden çok farklı! Gerçek hayat dışarıda! “der. Arkadaşları ona inanmaz, alay eder: “Seni gidi zavallı aptal, sen rüya gördüğün zaman rüya olduğunu anlamaz mısın? Gerçek olan işte bu!” diyerek gölgelerle dolu mağara duvarlarını gösterirler. İşte rakamlar, duvardaki belirsiz gölgelerin ta kendisi. Mağara duvarları da fosforlu ekranlar, televizyonlar; ekonominin göstergesi.
Sabah Kalkıyorsunuz, Ekonomi Pek Sakin...
Para, sabah kurgusunu böyle yapmış ama Fed, faiz arttırıyor ya da devlet büyüme oranlarını açıklıyor. Beklenmedik bir terör olayı, dünyanın herhangi bir coğrafyasında aniden çıkan bir savaş ya da gümbür gümbür gelen deprem, piyasaları da gümbürdetiyor. Altın, döviz, borsa oynamaya başlıyor. Bir ekran yüzü “Piyasalar hareketlenmeye başladı!” diyor…
Bütün millet haklı olarak devletin yakın zamanda açıklayacağı zam oranlarına kilitlenmiş. Çalışanlar, asgari ücretliler, emekliler; haklı olarak bütçelerine odaklanmışlar. Cebinden çoktan çalınan paranın hesabını yapıyorlar.
Mehmet Şimşek “Başardık!” dedi. Neyi başardınız? Gri listenizden kimse bir şey anlamıyor. Ayrıca kimseyi de ilgilendirmiyor. Millet, elektriğe yaptığınız yüzde 38 zamla ilgileniyor. Çalışma Bakanı, kalıcı refah için (!) asgari ücretliye ara zam olmayacağını söylüyor. Sorunu anlamayan insan, bu söylemleri nasıl anlasın?
Kendimi Ezra Pound’a Benzetiyorum.
Yazar, paranın kurgusuna kendini kaptırmış olanların göremedikleri biçimde işlediğini, bunu sadece kendisinin fark ettiğine inanır. 1930’lardaki kriz sonrasında iyice aklı karışır. Kendiyle dalga geçer. “Köy yorumcusu Ez Amca’ya dönüştüm!” der. Ben de buradan öyle görünüyor olabilirim! Varsın, olsun…
Olabilir mi bilmiyorum. Benimkisi iyi bir niyet. Kötü rakamlar yerine iyi rakamlar icat etmeyi öneriyorum. Kötüyü icat eden, iyiyi de icat eder. Dünyadaki herkesin yoksulluk derdine düşmeyecek kadar para kazanmasını hayal ediyorum. Emeğinin değerini almasını istiyorum. Kısaca adil bir ekonomik sistemin ütopyasını kuruyorum.
Eskiler bilir. Rüçhan Çamay’ın “Parra, parra, parra…” şarkısını. Beste Şanar Yurdatapan’a aittir.
“Gariptir insanoğlu, neler yaratmış
Yarattığı her bugün, dünü aratmış
Aklı ile her şeyin sırrını bulmuş
Kendi yarattığı putun kölesi olmuş.
Parra, parra, parra…”