Birinci Dünya Savaşı’nın 100. yıldönümü (1)
Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na katılmasının üstünden bir yüzyıl geçti. 20. yüzyılın başları, insanlığın geleceğini belirleyecek yeni bir saflaşmanın habercisi olmuştur. Bu saflaşma, emperyalistler arası bir paylaşım savaşı olan “Harb-i Umumi”ye de yansımakla birlikte, savaşın cepheleriyle örtüşmemektedir. O dönemde dünyanın emperyalist kamp dışında kalan bölümünü üç kesime ayırmak olanaklıdır.
TARİHİ YAPAN KESİM
Birinci kesimi, o sırada “yarı-sömürge” konumunda olan, ama kapitalizm öncesinde uygarlığın gelişmesine kurdukları imparatorluklarla damga vurmuş Türkiye, İran, Çin gibi ülkeler oluşturmaktadır. Bu ülkeler, tarım devriminden itibaren iniş çıkışlarıyla insanlığın öncüsü konumunda yer almış bir coğrafyayı yansıtmaktadır. Emperyalizm açısından, bu ülkelerin “silinmesi gereken bir tarihleri” vardır. Bu nedenle, 1905 Rus Devrimi’ni izleyen dönemde, Türkiye’nin 1908, İran’ın 1909, Çin’in 1911 devrimleriyle yeniden dünya sahnesine çıkmaları bir rastlantı değildir. Öğretici olan, bu devrimlerin, emperyalizm tarafından “dünyanın gerisine kendisi tarafından taşınmış uygarlığın yeni örnekleri” olarak sevinçle değil, “denetim altına alınmadıkları takdirde tehlikeli olacak” gelişmeler diye kaygıyla karşılanmış olmasıdır. Bu gelişmeyi tarih adına selamlayarak karşılayan, Lenin’dir. Çünkü o, emperyalizm çağında insanlığın geleceğini belirleyecek olanın “ezen milletler-ezilen milletler” çelişmesi haline geldiğini saptamıştır.
EMPERYALİZMİN YÖNLENDİRDİĞİ İKİ KESİM
İkinci kesim, sömürgelerdir. Bunlar, “silinecek bir tarihe sahip olmayan” ve insanlığın ortak gelişme sürecine emperyalizm tarafından katılan ülkelerdir. Bu sömürgelerin hepsi, 1. Dünya Savaşı’na kendilerine egemen olan emperyalist ülkenin safında katılmıştır. Sömürgelerin kurtuluş mücadeleleri esas olarak 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde gerçekleşmiştir.
Üçüncü kesimi oluşturanlar da, “tarihleri emperyalizm tarafından şekillendirilmiş” olan ülkelerdir. Özellikle Balkan ülkelerinin içinde yer aldığı bu bölümde, “milli devlet” demokratik bir devrimle ve emperyalist sisteme karşı mücadele içinde değil, emperyalizmin destekleyip yönlendirdiği savaşlarla kurulmuştur. Savaşla Osmanlı boyunduruğundan kurtulmalarına karşın, bu ülkeler ne feodal ilişkileri etkin bir biçimde tasfiye edebilmiş, ne de gerçek bir bağımsızlığa kavuşmuşlardır. 1. Dünya Savaşı öncesinde emperyalistler arası paylaşım rekabetinin en yoğun olduğu alanlardan biri, Balkan Yarımadası olmuştur.
SÜRDÜRÜLEMEZ SİSTEMLERİN SONA ERİŞİ
Burada 1. Dünya Savaşı’na karşıt cephelerde katılan Rus Çarlığı ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun özel konumlarına da değinmek gerekir. Bu iki ülke, emperyalist dünyaya eklemlenmiş, ama demokratik devrimlerini tamamlamadan kapitalizmin görece gelişkin bir düzeye ulaşmış olduğu ülkeler olarak sürdürülemez bir sisteme sahiptiler. “Asya’nın en ileri, Avrupa’nın en geri” ülkesi olan Rusya’da savaş sürerken iki aşamalı bir devrim sonunda hem çarlık yıkılmış, hem de bu ülke emperyalizmin denetim alanının dışına çıkarak bağımsız bir devlet olarak varlığını sürdürmüştür. Savaşın yenilenleri arasında yer alan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ise, dağılmıştır.
SIRA ARTIK DEVRİMİN SAVAŞI ÖNLEMESİNDE
İkinci Dünya Savaşı, birinci savaşın Sovyetler Birliği’nin varlığı altında sürdürülen devamı niteliğindedir. Bu dönemde dünyadan daha büyük bir pay edinmenin gerek ve yeter koşulu, hâlâ o paya sahip olan emperyalist ülkeyi yenmekti. Ezilen Dünya’nın milli devletleri, paylaşmanın konusu edilebilecek alanı daraltmış olmakla birlikte, henüz maddi olarak emperyalist egemenliğin önündeki esas engeli oluşturmamaktaydı.
Oysa Birinci Dünya Savaşı’ndan bugüne geçen yüzyıl içinde köprülerin altından çok sular akmıştır. Dünya önce 20. yüzyılın ikinci yarısında “devletlerin bağımsızlık, milletlerin kurtuluş, halkların devrim” istediği bir dönemden geçmiş, sonra da Ezilen Dünya kendi içinden emperyalist sisteme seçenek oluşturan bir Gelişen Dünya çıkarmıştır. 20. yüzyılın başında atılan işaret fişekleri yerini bulmuş, günümüzde Ezilen Dünya’nın milli devletleri emperyalist egemenliğin önündeki esas engel haline gelmiştir.
Üçüncü Dünya Savaşı, çıkacak olursa, emperyalist sistemle Ezilen-Gelişen Dünya arasında olacaktır. Mao’nun ünlü “ya savaş devrime yol açar, ya da devrim savaşı önler” formülünün bugüne kadar hep birinci yarısı gerçekleşti. Ama şimdi sıra ikinci yarıdadır. Dünyada devrim yeniden yükselişe geçmiştir ve Ezilen-Gelişen Dünya savaşı engelleyebilecek bir güçtedir.
Önümüzdeki hafta da 1. Dünya Savaşı’nın dünya siyaset tarihi içindeki yerini ele almayı sürdüreceğiz. Tarih Topluluğu ve Ankara Üniversitesi DTCF Bilim Tarihi Anabilim Dalı’nın birlikte düzenlediği “Yüzyılın Ardından Birinci Dünya Savaşı” Çalıştayı bugün 10:15 - 17:00 saatlerinde Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde gerçekleştiriliyor. Katılımınızdan sevinç duyarız.