Birinci Meclis’e gider miydiniz?

15 Temmuz’u arkamızda bıraktık. Maalesef düşünce dünyamız pek zengin değil. Olayları kuramsal soyutlama düzeyinde tartışmaya pek alışık olmadığımızdan kavramları da yüzeysel anlamlarıyla kullanıyor ve kolayca tüketiyoruz.

FETÖ’cülerin kalkışması sadece demokratik açıdan kabul edilemez bir eylem olarak ele alınamaz. Aynı zamanda Türk toplumunda din ve siyaset ilişkilerinin yapısına ilişkin önemli mesajlar almamızı mümkün kılan tarihsel bir olaydır. Kalkışma sonrasında başta muhafazakârlar olmak üzere toplumun çeşitli kesimleri ister istemez bazı sorgulamalara giriştiler. Cumhuriyet, Atatürk, laiklik, birlikte yaşama, siyasi farklılıkların anlamları vb. gibi konular çok derinlikli ve kuramsal soyutlamalarla olmasa da, yeniden değerlendirilmeye başlandı.

Bu olay, irticanın arkasına emperyalizm geçmediği takdirde, Türk toplumunun dinciliğe meyletmediğini kanıtlaması açısından da değerlendirilmelidir. İslam’ın Farslarda veya Araplarda başka bir şey, Türklerde başka bir şey olduğu bilinen bir olgudur. Türk devletleri tarihinde teokrasi yoktur. Bu nedenle dincilik yönündeki bütün çabalara karşın, bin yıllık dinimiz İslam ile modern bir ideolojik ürün olan İslamcılık Türk toplumunda kültürel olarak aynılaştırılamamıştır.

Bazılarının aksi yöndeki bütün paranoyak inançlarının aksine, AK Parti tabanını oluşturan muhafazakâr seçmen ve yerel yöneticilerin önemli bir çoğunluğunun Cumhuriyet'le ve Atatürk'le kavgası yoktur. Türk toplumunun milletleşme süreci sosyolojik dinamiklerle iç içe ilerlediğinden yani “büyük güçlerin” yapay ve uyduruk bir projesi falan olmadığından, ekonomide, siyasette, toplumsal ilişki ve kültürel değerlerde somut bir karşılığı vardır. İşte FETÖ türünden projeler ile Türk milli varlığı gibi somut gerçeklikler karşı karşıya geldiğinde, arkasındaki bütün oyun kurucu iradeye rağmen yenildi. Türkiye'yi devleti ve milletiyle Cumhuriyet ve Atatürk yolundan ayırmaya yetecek bir güç yoktur.

FETÖ'yü gerçek bir tehdit haline getiren şey, örgütlenmedeki büyük yetenekleri veya din faktörü sayesinde toplumu arkalarına alabilmeleri değildi. ABD öncülüğünde kurulmuş uluslararası ilişkiler sistemine teslim olmuş bir ülkeye dönüştüğünüzde, sizin içinizde hangi güçlerin “iyi” hangi güçlerin “kötü” olduğunu o sistemin egemenleri söylemeye başlıyorlar. İşte FETÖ unsurları, daha terör örgütü olduklarının anlaşılmasından yıllar öncesinde, devletin ordu, emniyet, jandarma ve MİT kurumları tarafından tespit edildikleri halde, “sistem” tarafından kollandıkları için, Türk devletinin iradesi onlar karşısında paralize edilmekteydi. Buradan çıkan sonuç şudur: Türkiye’de Batı destekli irtica, “Müslümanlıkla” ilgili bir avantajı kullanıp halkı kolaylıkla örgütleyebildiğinden değil, sistemin kollamasından dolayı kitle desteği bulabileceği koşullara taşınmıştır. Dolayısıyla zincirlerini sistemden çözebilmiş tam bağımsız bir Türkiye’de, laiklik ve Cumhuriyet’in, bütün siyasal güçlerin ortak paydasına dönüşmesinin önündeki engel kalkmış olur.

Bunu Atatürkçülere ve sosyal demokratlara bir anlatabilsek!

Bugün bu çevrelerin temel sorunu, tüm siyasal akımları birbirleriyle ve Atatürkçüleri geniş kitlelerle birleştirecek yegâne tutumun tam bağımsızlık davasını her şeyin önüne koymaları, laiklik, demokrasi ve yaşam tarzları gibi konuları, bunun arkasından ve buna bağlı olarak ele almaları gerektiğini kavramıyor oluşlarıdır.

Atatürk’e duyulan samimi saygı, onu anlamış olmanın ve yürüttüğünüz siyasetin her koşulda devrimci olacağının teminatı değildir. Oysa ciddi bir kesim bunun yeterli olduğunu zannetmektedir. Şöyle bir soru sorabiliriz: Mustafa Kemal sizi Birinci Meclis’e çağırsa gider miydiniz yoksa Mustafa Kemal’in güç birliği yaptığı şeyhlere, toprak ağalarına, aşiret beylerine ve geçmişin kirlerini taşıyan insanlara bakar ve “temiz kalmayı” mı seçerdiniz? Böylelerinin 15 Temmuz gecesi nasıl ofsayta düştüklerini, sonraki günlerde ise “15’i bırak, 20’ye bak” diyerek, kendi pratiklerini kararlı hale getirdiklerini gördük. Sonunda iş 'hükümet olursak FETÖ’cüleri kamudaki görevlerine iade edeceğiz' noktasına geldi. Bu hak ve özgürlüklerin savunusu değil, sistem içi bir güç olunduğunun açık beyanıdır. Bu konumlanmaya Atatürk’ü sığdırmak mümkün değildir.

Bir Atatürkçü, Atatürk'ten öğrenmelidir. Öğrenemiyorsa, pratiğini sorgulamalıdır. Çünkü neyi bilebileceğimiz ne yapmakta olduğumuzla yakından ilişkilidir.