Bit pazarlarının büyüsü-(TAMAMI)
Hiç bit pazarına yolunuz düştü mü? Bu soruya “hayır” diyorsanız birçok şeyi ıskalamışınızdır demek... Çoğunlukla tatil günleri kurulan; o salaş, köhne, tuhaf, küf ile rutubet kokusunun harmanlanıp, yaşanmışlıktan yorgun ve bitkin düşmüş eşyaların mesken edindiği bit pazarları, kelimenin tam anlamıyla nostaljinin fink atıp zamanla yoğrulduğu ya da yoğrulup da zamana yenik düştüğü yerlerdir.
Garipliği tuhaflığında değil de şaşırtıcı olmasında yatar. Alıcısı da satıcısı da kendine özgü, geçmişte kalan bir yaşam tarzının peşine takılıveren, tutuklu -tutkulu da ne kelime- kendisini buraya adamış kişilerdir.Her pazar günü kurulur bit pazarları, İstanbul’un değişik köşelerinde. Feriköy’de , Mevlanakapı’da, Kadıköy’de ve daha birçok yerde...
Her pazar günü, bu pazarın müdavimleri için bir garip geçmişi avlamak, geçmişi bir kez daha keşfetmek, onunla randevulaşmaktır.Hiç beklemediğiniz anda, tanıdık bir yüzle karşılaşıverirsiniz. Bu yüz bazen eski bir meşin doktor çantasının saklı gözündeki bir mektup, bazen sandıkların içine yığılmış eski yazı kitaplarının içine sıkışıvermiş bir fotoğraf, kimi zaman da, sizi ta çocukluğunuza dek götürüveren küçük bir objedir.
Bulduğunuz her şey sizi çok ama çok gerilere götürür. Zaten bu pazarların asıl işlevi de yarınlara değil, dünlere bakmaktır. Zamanın tersine işleyen ayarı, hoyrat ellerce burada yapılır.
Bu zamanın belirli bir yerinde buluşmak ise sizin avcılığınıza, şansınıza, talihinize ve de satıcı ile olan pazarlığınıza bağlıdır. Küçük bir ücret karşılığında aldığınız eski bir fotoğraf, kırılmış ve yıpranmış bir obje geçmişle olan randevunuzu İstanbul’un orta yerinde salaş bir pazarının tezgahının tam yanıbaşında gerçekleştirir. Önceden tasarlanmamış, bilinmeyen, ama karşılaşma anının insana sayısız doyumlar veren bu randevusunda yetik tüm yüzleri görür gibi olursunuz...
Eski bir dost, yitirilmiş bir sevgi, bir daha ele geçmesi ve üretilmesi olanaksızmış gibi gözüken, unutulmuş, terkedilmiş, atılmış, saklanmamış, hoyratça harcanmış, her şey ama her şey karşınıza çıkıverir ansızın. Bit pazarları, geçmişle mutluluğun, kimi zaman da hüznün, bir bakıma beklenmedik ve umulmadık kesişme noktalarıdır.
Sakın yanılıp da, bit pazarlarının kendine has nostaljisi içinde mutluluğun ya da hüznün ne işi var demeyin. Yaşamak ve görmek gerekir. Tabii bir de şans...
Bit pazarlarının çeşit çeşit müşterisi vardır; meraklılar, avcılar, geçmişin kahrolası hüznünün peşine takılanlar, kısa yoldan köşeyi dönmek için çöplük içinde pırlanta arayanlar, gözüaçık antikacılar, antikadan zerre kadar anlamayanları kandırmayı meslek edinenler, bir pazar gününü öylesine değerlendirenler, koleksiyoncular, bir eşyanın yitirilmiş parçasının peşine düşenler, zamana meydan okuyanlar, meydan okunan geçmişi solumak isteyenler vs...
Bit pazarları zamanı öldürenler için değil, aksine öldürülmüş zamanların peşine takılanların mekanıdır. Bir bit pazarında dolaşmak, serüvenlerle kuşatılmış zaman içindeki bir yolculuk gibidir.
Keşfedilmeyi bekleyen onca objenin işlevini çözmek bile burada bir uzmanlık işidir. Potinleri bağlayan kancalar, kuş avlamaya yönelik çengeller, havagazı lambaları, emaye su temizleyiciler, çocuk ve yumurta terazileri, arşınlar, endazeler, kurs biçiminde ağırlıklar, soba borularına takılan sululuklar, tahta bir kaşağı, barutluklar, altın ölçen teraziler, manyetolu telefonlar, harita ölçekleri, ve daha bunlar gibi birçok şey.
Zaman geriye doğru işler...Bit pazarlarında zaman geçmez. Ama durmaz da. Hep geriye doğru işler. Bir saatin yelkovan ya da akrebinin hızıyla değil, bir yaşam hızıyla. Birkaç yaşanmış yaşamı bir arada görürsünüz burada. Kullanılmış bir CD’nin hemen yanıbaşında eski bir taş plak çalar, yıllanmış bir komidinin gözünde ikinci el cep telefonları dizilir, emaye bir sokak levhasının hemen yanında ise 45 model bir Dodge’un direksiyonu durur.
Herkesin geçmişinden yakalayabileceği her bir şey, ufak bir ücret karşılığında sizi zaman yolculuğuna çıkarır gibi olur. Zamanı durdurmak artık sizin elinizde değildir. Gidebildiğiniz kadar gerilere gidiverirsiniz. Kimi zaman tadına doyum olmaz mutluluklarla, kimi zamansa hüzünlerle...