Bitmeyen düşmanlık

Önceden Şerif Mardin vardı, her fırsatta onun yorumlarına gönderme yaparak cumhuriyetin kurucu ideolojisini suçluyorlardı. Sonra Davutoğlu geldi ve cumhuriyet yerine bir gevşek federasyon için politikalar geliştirdi. Türkiye'nin etrafını bir kan ve ateş cehennemine çevirdi. Kullandıkları dil ve gazete köşelerindeki şakşakçıları hep aynıydı. Şimdi de Şükrü Hanioğlu var. Onun yazılarına gönderme yaparak aynı cumhuriyet düşmanlığı, aynı şakşakçılar tarafından yapılıyor.

Bakınız, aradan bir 17-25 Aralık, bir MİT TIR'ları, bir 15 Temmuz geçti, ama bu adamlar aynı rollerini sürdürüyor. Dün FETÖ'nün Türk Ordusu'na ve cumhuriyete saldırısını destekliyorlardı, bugün FETÖ'ye karşı olduklarını söylüyor ama aynı düşmanlığı sürdürüyorlar.

Şükrü Hanioğlu, daha önceleri FETÖ'cü Zaman gazetesinde yazıyordu; şimdilerde ise Derin Tarih dergisinde. Derginin yönetmeni Mustafa Armağan'ı biliyorsunuz. Abant toplantılarının müdavimi ve Fetullah Gülen'in onursal başkanı olduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın yayın sorumlusudur. Her fırsatta Atatürk'e ve cumhuriyete saldırır.

Hüseyin Gülerce FETÖ itirafçısı olduktan sonra hükümete yakın Star gazetesinde, AKP'nin fetvacısı Ahmet Taşgetiren ile birlikte, aynı gün (17.08.2017), talimat almış gibi Şükrü Hanioğlun'a gönderme yaparak cumhuriyet ile hesaplaşmaya devam ediyorlar. Hâlâ yok "farklılıklara dayalı çoğulculuk", yok "cumhuriyeti kuranların din karşıtı laikliği" gibi saçma sapan iddiaları papağan gibi tekrarlayıp duruyorlar. Toplumu zehirleyip birbirine düşürmeye çalışıyorlar.

Sanki elleri patlayana kadar alkışladıkları o PKK açılımı yüzünden memleketin her tarafı mayın tarlasına dönmemiş, 15 Temmuz'da uçurum kıyısından dönülmemiş gibi...

Bu artık çapsızlıkla ifade edilecek noktayı çoktan geçti... AKP bir an önce kendi içi ve yakın çevresiyle hesaplaşmaya başlamazsa, halkın bilincine akıtılan bu zehrin önünü kesmezse... İnanın bu cümlenin devamını kimse bilmiyor.

SORGU

-Abi vallahi çok temiz bir aile.

- (...)

-Bak babası devlet memuruymuş zaten.

- (...)

- Yok, yok abi, kızı da Hacettepe'de hemşire.

- (...)

- Adam... grosmarketin bölge müdürü abi.

-(...)

- Etrafında ona kefil olacak çok kişi varmış abi.

- (...)

-Abi meraklanma sen, hanımı da... bankasında çalışıyor.

- (...)

- Abi istersen telefonu vereyim sen sor, istediklerini, bak burada kendisi...

Telefon el değiştirir ve konuşma devam eder:

(...)

Beyefendi çocuğumun okulu nedeniyle buradayız, yoksa kendi evimiz de var.

(...)

Evet, evet... Arabamız da var.

(...)

Anladım, başka merak ettiğiniz bir şey varsa cevap vereyim...

Yok, yok, oğluna kız istemeye giden adamın karşılaştığı sorular değil bunlar. Adam evini kiraya verecek, tutmaya gelenleri sorguluyor emlakçı aracılığıyla. Konuşmaya tanık olunca emlakçı tanıdığıma, "Ne tuhaf adam bu" dedim, "o değil, neredeyse bütün ev sahipleri böyle, biz de alıştık artık, herkes bir tarafından korkuyor abi..."

Eskiden "bekâra ev yok" derlerdi, şimdi böyle oldu...

BENZER

Binali Yıldırım, Ergenekon-Balyoz davalarını sahiplendi ve FETÖ'ye benzetti: "Darbeciler, Balyozcular, Ergenekoncular sırasını savdı, bu sefer FETÖ'cülere görevi devretti."

Kılıçdaroğlu da MİT TIR'ları davasını Ergenekon'a benzetti: "Bu, aslında Balyoz ve Ergenekon davalarına benzeyen bir kumpas davasıdır."

İlk bakışta biri her ikisini de kabul ederken, diğerinin her ikisini reddederek benzetmesi bir farklılık gibi görünebilir, ama...

Her iki konuşmanın da bir sonucu var: FETÖ'yü aklamak.

İlk bakışta biri iktidar diğeri muhalefet olduğu için durdukları yer farklı gibi görünüyor, ama o da farklı değil...

Kılıçdaroğlu, Ergenekon davası hakkında da "Kurunun yanında yaş da yanmasın" anlamına gelen açıklamalar yaptı, 15 Temmuz hakkında da...

Binali Yıldırım'a bakıyoruz, "Ergenekon sapına kadar gerçekti", FETÖ davası hakkında da "Kurunun yanında yaş da yanmamalı" dedi. AKP'de FETÖ bağlantılı isimler olup olmadığı sorulunca da "Bizimle ilgili algı operasyonu yapılıyor. Sanki AK Parti'de FETÖ'cü varmış da temizlenmiyormuş diye. Bu bir tuzak. Asıl hedefleri birbirimize düşürmek" dedi...

O kadar benzerler ki, birinin iktidarda durması için diğerinin payanda olması gerekiyor. Aynı cümleleri, başka kelimelerle kurarak da iki farklı siyasi kutup oluşturuyorlar. Bir taraf "FETÖ için adalet" yürüyüşleri yaparken, diğer taraf FETÖ'nün siyasi ayağını örtmeye çalışıyor.

Ergenekon ve Balyoz davaları konusunda aldatıldığını söyleyen Tayyip Erdoğan, FETÖ davaları hakkında: "Bu mücadelede en yakın arkadaşlarım yalnız bıraktı" derken boşuna demiyordu. Şimdilerde "metal yorgunluğu" denilen sorun, aslında metalin türüyle ilgili, tenekeden hep aynı ses çıkıyor...

Ee işin başında "düşük profilli" arayınca, başka ne olacaktı ki?

SADECE SORUYORUM

Bölge ülkeleri ile işbirliği her gün bir adım daha ileriye taşınıyor. İran Genelkurmay Başkanı Ankara'da iken, Rus askeri heyeti de geliyor. Gündem güvenlik ve özellikle de PKK ve IŞİD. Rusya ile ABD'nin bütün homurdanmalarına rağmen S-400 anlaşması yapılıyor. İdlib ve Afrin konusunda anlaşma sağlandı sağlanacak, Türkiye'nin radikal Sünni gruplara para yardımını kestiği bizzat bu grupların haber kaynaklarına yansıyor.

Hepsi de gayet güzel gelişmeler...

Ama...

Her nedense Barzani'nin Irak'ta yapmaya çalıştığı referanduma karşı Habur sınır kapısı kapatılmıyor. Lafla bile olsa anlamlı bir çıkış yapılmıyor.

Tuhaf değil mi?

Yalpalayan, ne yapacağına bir türlü karar verememiş, her tarafa mavi boncuk dağıtan bir dış politika ile yakın çevreye ne kadar güven verilebilir?