Biz mi ben mi

Savunma Bakanımız Hulusi Akar, 25 Mayıs günü hava üslerine yaptığı ziyarette şu sözleri söyledi:

“Ben demeyiz, biz deriz.”

Önümüzdeki zamanları özetleyen bir ifade. Korona salgını da bu kavramları sıkça hatırlattı. Temeldeki gidişse asıl etken. İnsanlık, Atlantik’in bencil, bireyci hayat tarzının yerine bizcil, toplumcu yaşamayı seçme yönünde hızlı adımlarla ilerliyor.

ASKER BİZCİDİR

Sözcüklerin Türk Silahlı Kuvvetleri’nden gelmesi de doğal. Sırtını birbirine dayayarak hayatta kalanlar, ‘biz’in önemini en iyi bilenlerdir. Çatışmadaki askerin “sen vurdun, ben vurdum” kavgasına girdiğini düşünsenize. Yükselme hırsı, kıskançlıklar karargahlarda da kafasını çıkarıyordur mutlaka. Ama savaşan bir orduda en az olmak zorundadır. Yoksa Balkan savaşlarındaki duruma düşmek kaçınılmaz akıbettir.

Bu konuya döneceğiz. Şimdi bir kısım Türk aydınının yaşadığı ağlatı üzerinde duralım.

PATAGONYACILAR

Bu aydın tipi, masa başında ABD’ye atar tutar. ABD’yle Patagonya arasında bir sorun olursa Patagonya tarafında olur. Gerçi ipini tam koparanlar, Venezuela’ya karşı ABD’nin safında olabiliyor. Ama onlar bu yazının konusu değil.

Patagonyacılar, konu Türkiye olunca tuhaflaşırlar. Türk Ordusu, Suriye’nin kuzeyinde ABD’yle mi savaşıyor. Başlarlar, bizimkilerin zaaflarını yazmaya. “Batağa girdik”ten şehit saymaya, müttefik ülkelerin yaratabileceği risklerden “Mehmetçik aç kalıyor”a sayar döktürürler. Öyle bir yazarlar ki, sanırsınız şu tepede onlar savaşmış. Sahadan haber onlardadır, harita bilgilerine şapka çıkartırsınız.

S-400’ler mi gelecek. Nerdeee, aslında gelmeyecektir. Geldi mi? Ya Azerbaycan’a devredilecektir, ya da depoya kaldırılacaktır.

15 Temmuz’da ABD gladyosu mu ezildi. Bu koskoca gerçeği bir kenara bırakırlar, duyumlar içinde boğulurlar. Olmadık senaryolar üretirler. Kafayı Fetö firarilerine takarlar. Orgenerallerin, korgenerallerin, Türk Ordusu içindeki NATO'nun elde silah yakalanıp yargılandığına bakmazlar. Soma’da 302. Maden şehidini arayan gazeteci misali “Beyin takımı” ararlar. Bulamayınca, “siyasi ayak nerede” kampanyası başlatırlar. Siyasi ayak parti kurar, bu sefer de Ak Parti’yi devirecek diye kuyruğuna takılırlar.

Örnek bol, uzatmayalım.

EİNSTEİN’IN ÖZGÜRLÜĞÜ

Neden böyle oluyor? Bilimsel kuşkuculuktan öznelciliğe, bırakın tutarsızlığı akıl tutulmasına giden yolda hangi etkenler bulunuyor?

“Özgürlük” tutkusu mu desek? Emir almayı sevmemek, kendi kuralını kendi koyan adam olmak mı? Ama bunun bir yanılsama olduğunu, özgürlüğün zorunluluğu tanımak demek olduğunu keşfedeli bin yıllar oldu. Einstein bile üniversitesinin gelenek ve yasalarıyla bağlıydı.

Geçim dünyası mı desek? Hani malum ikilik, cep mi vicdan mı. Aydın dediğiniz adamı büyütmeyin. Pazara tabidir. Parayı veren düdüğü çalar. İşçi işini değiştirebilir, hem de sıklıkla. Ama aydın bulunduğu yere en bağımlı adamdır.

Tabii cebin yanına şöhret, bolca twitter takipçisi filan da ekleyebilirsiniz.

FİKRİMİZİ SÖYLER EMRE UYARIZ

Peki bizciler ne yapıyor? E gayet güzel geçiniyoruz. Yaptığımıza fedakârlık demiyoruz, mutlu oluyoruz. Toplumdan gördüğümüz saygı sevgi hiç eksik değil.

Üstelik hendek dolduran kuşaklara göre büyük bir farkla. Görüyoruz ki insanlık, bu kez mutlak bir biçimde, geri dönmemek ve ihanete uğramamak üzere bizim yolumuzda ilerliyor.

Fikrimizi söylemekten hiç çekinmeyiz, ama emre uyarız. Temel bir hayat tercihi…

Bir aydın için geleceği kurmanın tek yolunun bu olduğunu bu arkadaşlara nasıl anlatsak bilmem ki…

Konunun uzmanı Gaffar Yakınca.

Ona soralım.