‘Bizim Büyük Çaresizliğimiz’ mi yoksa tarihsel, siyasi bir yaratıcılık mı?

“Çaresizlik” daima bir “bıçak sırtı” durumudur. Her ne kadar girilmiş olan risklere, sahip olunan eksi-artı kapasitelere göre bazen farklı sonuçlara yol açsa da çoğunlukla çift yanlı çalışır. Zaten içine düşülen durumun kendisi de esas olarak bu çift yanlı gidiş geliş üzerine kuruludur: hem yaratıcı ve cesur bir çözümü zorlar, hem zaten iyice çaresizleşmiş olanın elini kolunu yeniden yeniden ve iyice bağlar, hem de aşırı öldürücüdür. Doğası gereği bir o yana savrulur, bir bu yana. Sözüm ona ileriyi, çıkışı düşünür ama aksine çoğunlukla bir önceki çıkışsız durumundan çok daha gerilere doğru düştüğünü ya çok sonradan fark eder ya da etmeye bile ömrü yetmeyebilir. Sözde çıkışı planlamıştır ama bir de bakar ki çok daha beteriyle karşı karşıyadır. Öyle olduğunda da bazen sağa bazen sola bazen de sözüm ona aynı anda ikisine ya da birçoğuna birden yeltenir.

Başlıktaki “bizim büyük çaresizliğimiz” kavramını Barış Bıçakçı’nın sonradan filme de çekilen romanının adından ödünç alarak kullanıyorum. Roman yüzeysel olarak okunduğunda birbiriyle iç içe geçerek ruh ruha çakışmış iki arkadaşın aynı kadına aşık olmaları olarak algılandığı an daha orada tıkanıp çıkmaza girer. Çünkü, -her anlamda- bir tür “siniklik” hali durumudur içine düştükleri “çaresizlik”. Yaratıcı olmaktan çok eli kolu bağlı mızmızlanıp duran iki ruhun çıkışsız girdabıdır bu. Romandan çıkılarak yapılmış film de bu statüko durumu ile -pek dillendirilmeyen- bu alabildiğine kişisel halsizlik hallerinin açmazları üzerine kuruludur zaten.

Bu bağlamda ele alındığında roman da film de bir tür iki arada bir derede kalmışların kişisel sendromlarıyla ilgilidir de denilebilir.

Adını tam ve doğru koyalım: öne çekilen fakat hukuksuzluk zemininde dayatılan “erken seçim” kararıyla Türkiye tarihsel bir çaresizlik içine sürüklenmiş durumda ve bu müzmin “çaresizlik” durumu da aslında 17 yıllık AKP iktidarının da üzerinde at oynattığı Atlantikçi asıl zemin...

Zaten iki “çaresizlik” merkezli “Cumhur İttifakı” bloku da seçimi bu çoklu Atlantik kökenli çaresizlikten ötürü öne çekmediler mi?

Ne yazık ki Türkiye, son 60 - 70 yıllık siyasal tercihleri ve bağlaşıkları nedeniyle sistem tarafından adım adım tarihsel bir “çaresizlik” çıkmazına sokulmuş durumda: BOP ile bağımsızlık, bölünmekle vatan bütünlüğü, kendi sınırlarımızla komşularımızın sınırları, hukuk ile hukuksuzluk, demokrasi ile diktatörlük ve dün ile yarın arasında tarihsel bir “çaresizlik” sendromu bu...

DAYATILAN TARİHSEL ÇARESİZLİK

Çıkmaza sürüklenmişin kendisi de bilir aslında: paniğe kapılmış “sinik” ruh ve akılla hareket etmek daha baştan bir tür bir daha yenilmek ve teslim olmak demektir. Çünkü teslim olan önünde sonunda hem dibe vurur, hem kendi doğasını hem de ya dar görüşlülükten ya aşırı paniklemekten ya da “keskin sirke küpüne” misali sonunda -ister istemez- içinde bulunduğu kabı eritip kabı da kendini de kendi elleriyle yok eder.

Ünlü Alman düşünürü Walter Benjamin’in 1940’lı yıllarda Fransa-İspanya sınırında sıkışıp kaldığı paniklemenin doğurduğu “büyük çaresizlik” ile içine düşmüş olduğu ölümcül umutsuzluk bunun en tipik örneği. Dönemin çoğu entelektüeli gibi Benjamin de ülkesindeki Hitler faşizminden kaçarak önce Paris’e, faşist Alman ordusunun gelip sığındığı Paris’i de işgal etmesi üzerine oradan da ayrılarak diğer Frankfurt okulu düşünürlerinin izledikleri kaçış yoluyla Amerika’ya gitmek için geldiği Fransa/İspanya sınırındaki Portbou’da çıkan aksilikler üzerine umutsuzluğa kapıldığı ve içine yuvarlandığı çaresizlik batağında aşırı morfin alarak intihar ettiği biliniyor.

Fakat daha da kötüsü, var olup olmama durumuyla karşı karşıya kalınmış tarihsel toplumsal çaresizlik çok daha tehlikelidir ki şu an Türkiye hem AKP-MHP merkezli “Cumhur İttifakı” hem de meclisteki muhalif partilerin sanki el birliği etmişcesine dayattıkları üst üste bindirilmiş çaresizlik katmanları arasında sağa sola savrulup durmaktadır. Çünkü hem önceden dayatılmış “başkanlık sistemi”, hem bunun üzerine kurulu “haksız hukuksuz” erken seçim dayatması hem de meclisteki muhalefet partilerince buna karşı dıştan alarak geliştirdikleri sözde muhalif çözümleri her anlamda “ulus devlet”e dayatılmış yanlış birer “çaresizlik” reçetesinden başka bir şey değil ne yazık ki?

Tek bir çözüm var aslında ve bunun temel ilk halkası da Büyük İskender’in Gordion Düğümü’ne vurduğu kılıç benzeri bir çözüm: ya emperyalizme karşı milli bir ittifak ya da Doğu Perinçek’in çok yüz bin imza ile ya da başka bir yolla cumhurbaşkanlığı adaylığının önünün açılması...

Çaresizliğin, tarihsel siyasi bir yaratıcılığın onurlu ve kahramanca bir duruşa geçmesi olacaktır bu. Üstelik de yeni yeni olanaklara gebe ve umut verici...

Bir imza da senden benden bizden olsun...