Bizim çocuklar...
Farklı zaman ve olaylarda kullanılsa da, son günlerin en popüler sözcüğü “Bizim Çocuklar…” Yazılı ve görsel basında ve de sosyal medyada o kadar çok kullanılıyor ki, insan ister istemez, bu denli yaygın olan bu tanımlamayı bugüne dek neden kullanmadığımıza üzülesi geliyor… Yatıyoruz kalkıyoruz, gol yiyor atamıyoruz, yeniliyor bir türlü yenemiyoruz, ama yine de “bizim çocuklar” demekten asla vaz geçmiyoruz. Adı ütünde: Bizim çocuklar…
Hani ilk okulda bize ezberletilen bir şarkı vardı ya; “Orda bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüzdür… Gitmesek de kalmasak da, o köy bizim köyümüzdür… Lay..lay..lay…” onun gibi bir şey…
Sanıyorum bu sözcüğü sevip benimsememizin altında yatan tek şey “bizim” kelimesinde saklı… Bizim olanı seviyoruz. Nasıl sevmeyelim ki… Çünkü “bizim “ olana hasretiz…
Oysaki aşağı yukarı “bizim”le aynı anlama gelebilecek “ yerli” ve de onun peşine iliştirilmek istenen “milli”, kullanıldıkları alanlardaki anlamıyla bizim çocuklar kadar sıcak ve kucaklayıcı değil… Eğer böyle olsaydı, eskisi gibi “ bizim millilerimiz” der bir de buna “yerliliği” ekleyip istenilen etkiyi pekala verebilirdik…
Ama bu etki olmazdı… Nasıl olsun… Çünkü; “yerli” ve de “milli” dediklerimiz bugüne dek aslından soyutlanıp öylesine yerlerde kullanılıp eskitildiler ki, bırakın bu sözcüklerin kucaklayıcı olduklarını, tam aksine giderek “itici”, dahası “uzaklaştırıcı” oldular…
Söz konusu spor olunca işler daha da karışıyor…
Örneğin yıllar öncesinin Fenerbahçe’si, Beşiktaş’ı, Galatasaray’ı bizimdi… Şimdi parayı basıp verdiğiniz elin oğlu bizim oluyor… Yani “yerli” ve “milli” boşa çıkıyor…
Naim Süleymanoğlu’nu, Halil Mutlu’yu alıp “bizim çocuklar deyip alkışlıyor, gurur duyuyoruz… Yetmiyor Afrikalı birçok atlete parasını verip kiralıyor, adını değiştirip “milli” formayı giydiriyor, sonrasında da milli marşı hep bir birlikte büyük bir coşkuyla söylüyoruz… Al sana hem “yerli”, hem de “milli”…
Peki neden o zaman bunlara da “Bizim çocuklar “ diyemiyoruz…
Örneğin bir gazete haberiydi, ne kadar doğru bilemiyorum. Bir spor yazarımız milli takımda oynayan birçok basketbolcunun kendi takımlarında yer bulamadığını yazmıştı… Yani bu çocukların tümü hem bizim, hem de milli, ama ne var ki “yerli” değil… (Yeri değil ama merak ettim. Eskiden okullarda Yerli Mallı Haftaları düzenlenir, çeşit çeşit yemiş ve meyve yerdik. Bir düşünün bugünlerde de düzenlendiğini. O yerli malı haftası değil de, Birleşmiş Milletler haftası gibi bir şey olur. Dışardan gelmeyen yemiş ve de meyve kalmadı ki?)
Günümüzdeki futbol takımlarımızın kadroları için de benzer şeyleri söyleyebiliriz…
Hiç unutmamam yıllar yıllar önceydi… Bir gün sınıfa, sonradan Yugoslavyalı atletizm hocaları olduğunu öğrendiğimiz üç kişi hepimizi ayağa kaldırdı ve aramızdan birkaç kişiyi alıp top sahasına götürdü. Seçtikleri kişilerden biri de –yanılmıyorsam- Şerafettin adlı bir arkadaşımızdı… Ona, hayatında ilk defa güllenin nasıl atıldığını ayaküstü öğretip, ardından attırmışlar… Sonuç; Türkiye gençler rekoru… Yugoslav hocalar, inanmamışlar, bir daha bir daha attırmışlar, her atış bir rekor… Sonraları ünlü ve de başarılı bir milli ve de yerli bir sporcu oldu…
Eloğlu eğitmiş, emek vermiş, iyi sporcu (dahası bilim adamı yapıp Nobeller kazandırmış) sen şark kurnazlığı ile hazıra konup sözüm ona hem “milli” hem de “yerli” yapmaya çalışıyorsun ama olmuyor… Tek tek toplayıp “milli” ve de “yerli” yapma yerine, neden işini bilen bir hoca getirip de bizden olanları toplu halde çekirdekten yetiştirip hem “yerli”, hem de “milli” yapmıyoruz, ya da yapamıyoruz. Anlamak mümkün değil… Sanırım “Bizim Çocuklar” deyip, biraz milliyetçilik, daha çok da şovenizmin gazlamasıyla ancak bu kadar “milli” ve de “yerli” olunuyor…
Yani, Anadolu deyimi ile; taşıma suyla değirmen dönmüyor…