Bizim hikâyemiz ve Batı

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Sayın İbrahim Kalın’ın attığı tivitle başlayan ve katıldığı CNN Türk yayınıyla devam eden modernizm tartışması tam da Batılı namluların üzerimize çevrildiği ve ülkemize yönelik kültürel saldırıların yoğunlaştığı döneme denk geliyor. O yüzden gazetemizin bu meseleyi kamuoyu önünde tartıştırması daha da önemli hale gelmiştir. Batıcılarla millicilerin 150 yıllık hesabı yeniden görülmektedir.

İbrahim Kalın sözlerinin Avrupa merkezciliğe karşı olduğunu ifade etti. Tartışmanın bu yönde derinleşmesini faydalı buluyorum. Zira Batı’nın koca bir yalanla ve insanlıktan çaldıklarıyla kurulan Avrupa merkezci tarih tezi, insanlığa onur kırmaktan, nefretten ve çaresizlikten başka bir şey vermemiştir.

İMAL EDİLEN TEZLER

Kaynak Yayınları’ndan çıkan Martin Bernal’in “Kara Atena” kitabı bu Avrupa merkezci tarih tezinin ve Eski Yunanistan uydurmacasının nasıl imal edildiğini ortaya koyuyor. Martin Bernal’ın bu eseri öyle rahatsız edici bulunuyor ki, İngiltere’de cevap olarak ücretsiz dağıtılan bir kitap bile basılıyor. Özetle Bernal aslında Antik Yunan’ın eski bir Mısır kolonisi olabileceğini, Yunan tanrılarının aslında Mısır tanrıları olduğunu çeşitli yönleriyle açıklıyor. Keza alfabenin de Fenikeliler üzerinden Yunanistan’a geçtiğini ifade ediyor. Benzer cümleleri Heredot’un “Tarih” kitabında da bulmak mümkün.

Keza Homeros’ta da Yunanlıların atalarının Mısırlı olabileceğine dair fikirleri bulabilirsiniz. Elbette Bernal’ın da yanıldığı yerler vardır. Ancak tarih yazımı ile ilgili uydurmaları ispatlanmıştır. Artan sömürüyle yükselen ırkçılık Batı medeniyetine bir kök bulma ihtiyacını da beraberinde getirdi. Buna en uygun yer de Yunanistan’dı. Ve adım adım tarih yazımında türlü kurnazlıklarla bu gerçekleştirildi. İlk önce Mısır önemsizleştirildi sonra git gide yok sayıldı. Daha sonra Fenikelilerin yalnızca taşıyıcı oldukları öne sürüldü. Daha sonra bundan da vazgeçildi, hatta öyle ki Fenikeliler o çağda hor görüldü. Batı’nın bu sahtekârlığının bir sonucu olarak birçoğumuz Troya Savaşı’nı Batılıların savaşı olarak algılarız.

Oya Fatih Sultan Mehmet mektubunda İtalyanlara “Hector’un çocuğuyuz” der. Cumhuriyet devrimimizin önderi Mustafa Kemal Atatürk de “Hector’un intikamını aldık” der. Bu sözlerin bir diğer anlamı, Türkler de devlet kuruculuğunun içinde yatmaktadır. Hatta Güneş Dil Teorisi de bu bağlamda değerlendirilebilir.

İDEALİST ELEŞTİRİLER

Bu kısa hatırlatmadan sonra modernizm tartışmasına devam edelim. Sayın Kalın’a yapılan eleştirilerin çoğu idealist eleştirilerdir. İki yönden idealist: Birincisi, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü ve bugün iktidar olan siyasal hareketin fikir adamlarından birisi olan İbrahim Kalın’ın sözlerinin AK Parti’nin son 6 yıllık pratiğinden bağımsız düşünülmeye çalışılması ve kafalardaki şablona uymamasıdır. Bu idealist eleştirilerin ikinci yönü ise kusursuzluk arayışıdır. Öyle bir şey istiyoruz ki, 2014 öncesinde Amerikancı ve tümüyle “siyasal İslamcı” siyasetler izleyen bir iktidarı sihirli değnekle değiştirelim ve kusursuz olsun. Eğer hikâyeler ve romanlar üzerinden gidecek olursak böylesine bir zihniyet dönüşümü romanlarda, hikâyelerde bile olmaz.

Bugün Sayın Kalın’ın kendi bakış açısıyla da olsa Avrupa merkezciliğe karşı çıkması büyük bir dönüşümdür. Kusursuz mudur? Günlük hayatta, kendimizde ve başkalarında gördüğümüz ne kadar kusur varsa burada da o kadar kusur, eksik, hata vardır.

Öte yandan adaletli olmak adına şu soruyu sormak zorundayım: Batı’ya bu konuda tanıdığımız imtiyazı neden bugün emperyalist kuvvetlerle savaşan bir iktidarın fikir adamlarına tanıyamıyoruz?

Hepimiz Voltaire’i aydınlanmanın öncüsü olarak biliriz. Stephan Zweig buna karşı çıkmış ve “Vicdan Zorbalığa Karşı” adlı eserini sırf bu meseleyi açıklığa kavuşturmak için yazmıştır. Yine de Voltaire’i öyle bilmiş olalım. Voltaire’in en ünlü eserlerinden birisi Candide’dir. Candide saf, temiz anlamlarına geliyor. Karamazovlardaki Alyoşa gibi. Kahraman Candide neredeyse dünyayı dolaşıyor, Rusya’yı, Paraguay’ı, Hollanda’yı, İspanya’yı. Türkleri Azak savunmasında kadınların etlerini yerken görüyor. Paraguay’da ise ilkelliğe duyulan özlemi gösterirken bize Kral’dan bir sürü koyun, elmas ve altın almayı da ihmâl etmiyor, kahramanımız. Aslında bu roman ırkçı romantizm bildirisinden başka bir şey değildir. Ancak hâlâ tam bir başyapıt olarak gösteriliyor.

Benzer fikirleri birçok yazarda ve düşünürde görebilirsiniz. Mesela Madame Bovary’nin yazarı Flaubert’in Salombo eseri. Flaubert o kadar ileri gidiyor ki Kartacalıların insan olmadığını anlatıyor kitabında. Keza, Platon’un en meşhur kitabı olan Devlet kitabı... Platon açık açık erkeklerin kadından üstün olduğunu ve sanatın gereksizliğinden söz ediyor ve bunu ispata kalkışıyor. Bunu bugün bir tarikat, cemaat lideri söylediğinde ayağa kalkıyoruz. Ama yeltenmiyoruz, Platon’u eleştirmeye. Elbette bu saydığım isimlerin eserlerinde bugün bizlerin benimsediği fikirler de bulunuyor. Bunların en başında da bana göre devrim yapma hakkı gelmektedir. Şüphesiz bu hakkı geçmişte bütün insanlığa bahşeden Batı, bugünün emperyalist-kapitalist anlayışı neticesinde bu hakkı yok saymaya çalışıyor.

NİYET OKUMA

Özetle; her şeye rağmen Batı’ya gösterdiğimiz bu teveccühü -çünkü geçmişte insanlığın ilerleyişine büyük katkılar sundular- bugün emperyalizmle savaşan bir siyasal hareketin fikirlerine gösteremiyoruz?

Sayın Kalın’ın fikirlerinin özünde bizden olmayan ya da bize düşman olan ne var? Bugün yaşadığımız zihniyet dönüşümünü incelemek yerine neden niyet okuma işine giriyoruz? Bana göre yaşanan bu dönüşüm en çok Tarık Buğra’nın Küçük Ağa romanına benzemektedir. Bildiğiniz üzere başlangıçta Padişah’ın emrinde olan Küçük Ağa yaşadığı çelişkilerin ve Yunan ordularının zulümlerinin neticesinde bir kahramana dönüşüyor. Keza umudunu yitirmiş bir gazi olan Çolak Salih de benzer bir dönüşüm yaşıyor. İşte Türkiye’nin yaşadığı da bu duruma benziyor.

Çünkü Türkiye namlularını kendisine doğru çevirmiş emperyalist-kapitalist Batı’ya karşı siyasal ve kültürel alanda da cevap vermek zorunda. Fakat bunu yaparken yer yer çelişkiye düşebiliyor, hatalar yapabiliyor. Ancak bu hatalar ilerleyişimize engel olmadığı gibi, doğru müdahale ile yepyeni bir fırsata dönüşüyor. Bunu arkamızda bıraktığımız dönemde gördük. En çok da “hükümet vatan savaşından vazgeçti” sözü dilimizin ucuna geldiğinde gördük.

Tartışmanın başka bir boyutuna gelecek olursak; Avrupa merkezci tezlere karşı çıkarken karşımıza yeni bir sorun daha çıkıyor: Yıkmaya başladığımız bu tezin yerine ne koyacağız? Batı Asyalı dostlarımızla ortak bir tarih tezi mi ortaya atacağız? Yoksa Güneş Dil Teorisi’ni yeniden inceleyip yeni bir tez haline mi getireceğiz? Batıcılığı yıkarken ve kendi hikâyemizi yazarken geçmişin büyük birikiminden hareketle yeni bir medeniyet tezinin kilometre taşlarını da döşememiz gerekiyor. Tartışmanın bu yönüyle de ele alınması gerektiğini düşünüyorum.