Bizim kuşaktan ilginç hikayeler

Can Bartu’nun ilginç muzipliği; 1959 yılında, Fenerbahçe’nin Avrupa Şampiyonlar Ligi’nde rakibi Nice takımıdır. İlk maç İstanbul’da oynanmış ve 1-1 berabere sonuçlanmıştır. İkinci maç Fransa’nın Nice şehrindedir. O maçtaki skor da 1-1 olmuştur.. Averaj eşit olduğundan üçüncü maç İsviçre’de yapılacaktır.

O yıllar Türkiye’de Türk Parasını Koruma Kanunu yürürlüktedir. Yurt dışına belirli bir miktardan fazla yabancı para çıkartmak yasaktır. Buna rağmen kafilede bu yasağa pek aldırış eden yoktu. Gümrük memuru, yapılan kontrolde masörümüzdeki fazla paraları görünce Masör Hikmet Arıtan’a ‘Yasak olduğunu bilmiyor musun?’ diye sorar. O da cebinden bir miktar para çıkartıp; ‘Bunlar benim, ötekiler başkasının’ der. Maçta 5-1 yenilirler.

Tabii ertesi gün her zaman olduğu gibi çarşıya alışverişe gidilir... Kafile genellikle İsviçre saati alır. Fakat en çok saati Hikmet alır ve hepsini de malzeme torbasının en altına koyar. Can Bartu ile Avni Kalkavan bu durumu görürler. Kimse yokken torbadan saatleri çıkartıp, uçağın İstanbul’a iniş saatine göre alarmları ayarlayarak saatleri yine yerine koyarlar. Gümrükteki muayene esnasında bütün saatlerin zilleri çalmaya başlar. Hikmet Arıtan da sanki saatler susacakmış gibi torbasını yumruklamaya başlar.

AGAH EROZAN VE LEFTER

1950’lerin sonları... Demokrat Parti’nin son yıllarıdır. Yıkılmaya yüz tutmuştur. Çöküşe önlem almak için de vatan cepheleri kuruluyor. Bu nedenle, İstanbul’daki büyük spor kulüplerin başına Demokrat Parti’nin ağır topları getirilmeye başlandı.

Örneğin, TBMM Başkan Vekilliği yapan Agah Erozan daha sonra da İmar İskan Bakanı Medeni Berk, Fenerbahçe Kulüp Başkanlığı’na getirilmişlerdir. Agah Erozan’ın Fenerbahçe Başkanlığı sırasında Nice takımı ile her iki maçta averajları eşit olduğu için üçüncü maç, İsviçre’nin Cenevre’de kentinde yapılacaktır. Kafile başkanı da Erozan’dır. Hoş sohbet ve nüktedan bir kişiliği vardır. Futbolcularla şakalaşır, onlarla arkadaş gibidir. Bir sohbet sırasında çocuklara ‘Cebime bir deste iskambil koyacağım, içinden bir tanesini isteyin’ der. Çocuklar da bunu uygular ve de Zati Sungur misali istenen kağıdı çıkartır. Nice maçı öncesi yapılan toplantıda bir ara Erozan, Lefter’e ‘Bu gün gol atarsan, seni bara götüreceğim. Hem senin Rumcan da var. Belki bana yardımın olur’ der. Lefter ise yaşamı içinde böyle yere gitmemiş. Kızarır, bozarır. Sonra da arkadaşlarına ‘Vre böyle şey olur mu?’ diye yakınır.

TARZAN MEHMET ALİ VE MÜSLÜM BAĞCILAR

1956 yılında Fenerbahçe takımı, Moskova ve Leningrad’da maç yapmak üzere Rusya’ya gider. Dinamo Moskova’ya karşı oynadıkları maçı 3-1, Leningrad’a karşı oynadıkları maçı da 2-1 kaybederler. Maç öncesi kafile başkanı Küçük Fikret, yönetici Müslüm Bağcılar ve Büyük Fikret alış veriş yapmak üzere çarşıya çıkarlar... Daha sonra da maçın oynanacağı stadyuma giderler. Her statta olduğu gibi sahaya çıkılacak bir tünel vardır. Ama oradaki tünelde tek bir adet ampul vardır ve bayağı da karanlıktır etraf. Bu karanlık tünelden sahaya çıkarken içlerinde mihmandar olarak bir Rus kadını vardır... Tam karanlığın ortasında Tarzan Mehmet Ali kadına eliyle dokunmak ister. Fakat gerçekte, önündeki insan Mihmandar değil, Müslüm Bağcılar’dır. Bu hareket adamı çileden çıkartır. Küçük kafile tekrar geri dönerek otele gider. Duruma çok sinirlenmiş olan Müslüm Bağcılar, futbolcuları bir salonda toplar ve ne kadar küfür biliyorsa hepsini yağdırır. ‘Dua edin bu hareketi bana yaptınız. Ya mihmandara yapmış olsaydınız. Türkiye’nin şerefi, namusu ne olacaktı? Ben, Türkiye’nin şerefini namusunu kurtardım’ demişti.

VON PAPEN VE ARAP KADRİ

1940-41 yıllarında maç yapmak üzere gittiğimiz Ankara’da Ankara Palas Otelindeyiz. Türk dostu Alman Konsolosu “Von Papen”de bu otelde kalır. Von Papen’in kapısının önünde her sabah ayakkabıları görülür. Ama pırıl pırıl, boyanıp cilalanmıştır. Fenerbahçe takımının futbolcularından Üsküdarlı Arap Kadri’nin ayakkabılarının altı deliktir... Kadri, ‘Demek ki bu otelde adet böyledir’ der ve o da altı delik ayakkabılarını, kapının önüne bırakır. Daha sonra da ayakkabılarının Von Papen’inki gibi boyanıp tamir edildiğini ve tekrar yerine konduğunu görür. Ne var ki Arap Kadri’nin bedava zannettiği bu olay, paralı imiş. Otelden ayrılırken önüne konulan fatura karşısında gözleri fal taşı gibi açılır... Neyse ki Fenerbahçe Kulübü imdada yetişir.

AYAKKABI İDAM EDİLİYOR!

Yıl 1949. Fenerbahçe olarak, özel bir maç yapmak üzere Ankara’ya gidiyoruz. Gençlerbirliği ile oynayacağız. Takımın santrahafı Donanma Kamil’dir. Kuvvetli bir fizik yapısına sahip olan bu futbolcunun ayakkabı numarası 46’dır. Bu yüzden ayakkabıları hep ısmarlama yaptırılırdı. Gençlerbirliği maçının ikinci yarısında, 18 metre dışında bir frikik kazanmıştık. Donanma Kamil, geriden koşup gelerek bu ceza vuruşunu atmak istedi. Biz de ‘Hadi bakalım, Baba Kamil, at’ dedik. Gerildi, gerildi topa vurdu ama gol değil, top direğin 3 metre üzerinden gitti. Bu sırada Kamil, top ayakkabısına bakarak ‘Allah kahretsin’ dedi. Meğer kabahat, kramponlarda imiş! Akşam, yemek saatinde arkadaşlar, masaya ‘Maket’ bir darağacı kurarlar ve Donanma’nın ayakkabısını idam ederler! Ayakkabının üzerinde bir pusula vardır. ‘İşte suçlu’ diye. Donanma Kamil, bunu görünce, yemeği filan terk ederek önceden, İstanbul’a dönmek ister, ama sonra da ikna edilir.